“Cadde-i kübrâ-yı Kur’âniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar…” Bu cümle Üstad Bedîüzzamân Hazretleri ‘nin Yirmi Birinci Lem’a’da açık ve net olarak yazdığı cümle ise ki öyle, o zaman Üstad kendi mesleğini “Cadde-i kübrâ-yı Kur’âniye” olarak tavsif ediyor.
Bu caddeye ise Üstad Hazretleri bütün ehl-i islâmı davet ediyor. Her bir meslek ve meşrep bu Cadde-i kübrâ-yı Kur’âniyede yerini bulabilir anlıyoruz. Hem Risâle-i Nûr’un mürşidi, üstadı ve menbâı Kur’ândır.
Sünnet ise Kur’ânın zahirî ve batınî hakîkatlerinin Peygamberimiz(sav) tarafından yaşanmasıdır. Bir nevî tatbikat ve uygulamadır. Hem bütün ümmete bir rahmettir.
Bütün tarîkatlar Kur’ân’dan alınmış ve sünnet üzere devam etmiştir. Gâyeleri ise hakîkate vasıl olmaktır. Ancak hakîkate ulaşmak için iki yol vardır.
Biri Tarikat berzahına girip, seyr ü sülûk ile kat-ı merâtip ederek hakîkate geçmektir ki buda da iki yolla olmuştur.
Birisi; hafî tarikler misilli, “letâif-i aşere(Nakşi)” gibi on hatve ile gitmiş;
İkincisi ise; tarik-i cehriye gibi “nüfus-u seb’a(Kâdiri)” yedi mertebede gitmiştir.
Veyâ “ Evet, zâhirden hakikate geçmek iki suretledir:”
Biri: Tarikat berzahına girip, seyr ü sülûk ile kat-ı merâtip ederek hakikate geçmektir.
İkinci suret: Doğrudan doğruya, tarikat berzahına uğramadan, lûtf-u İlâhî ile hakikate geçmektir ki, Sahabeye ve Tâbiîne has ve yüksek ve kısa tarik şudur. Demek, hakaik-i Kur’âniyeden tereşşuh eden nurlar ve o nurlara tercümanlık eden Sözler, o hassaya mâlik olabilirler ve mâliktirler.(Yirmi Sekizinci Mektup)
Yirmi Altıncı Sözün zeylinde ise Üstad Bedîüzzamân Hazretleri, Risâle-i Nûr için ise şu tespitleri yapmıştır.
“O tarikler içinde, kàsır fehmimle Kur’ân’dan istifade ettiğim “acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür” tarikidir.” denildikten sonra ikinci yol olan hakîkate vasıl olma tarzının “Doğrudan doğruya, tarikat berzahına uğramadan, lûtf-u İlâhî ile hakîkate geçmektir ki, Sahabeye ve Tâbiîne has ve yüksek ve kısa tarik şudur. Demek, hakaik-i Kur’âniyeden tereşşuh eden nurlar ve o nurlara tercümanlık eden Sözler, o hassaya mâlik olabilirler ve mâliktirler.( Yirmi Sekizinci Mektup-4.Nokta) ” şeklindedir.
Yine Yirmi Altıncı Söz’ün zeylinde şu tespitlerde nazardan kaçırılmamalıdır.
Risâle-i Nûrlar “Dört Hatveden ibarettir.(“acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür”) Tarîkattan ziyade hakîkattir, şeriattir.(Yirmi Altıncı Söz)
“Üstad niçin Kur’an ve sünnet için iki ayrı caddeden bahsetmiş. Birbirinden ayrı mıdır yâda biri ilim biri amel ciheti midir?”
Bu cümleye şu kısım sanırım cevap olabilir:
“Ulema, Resul-i Ekrem Efendimizin ilmine, mutasavvıflar da ameline vâris olmuşlar. İşte bu sebepten dolayıdır ki, Fahr-i Cihan Efendimizin hem ilmine ve hem ameline vâris olan bir zâta ‘zülcenaheyn,’ yani ‘iki kanatlı’ deniliyor. Binaenaleyh, tarikattan maksat, ruhsatlarla değil, azîmetlerle amel edip ahlâk-ı Peygamberî ile ahlâklanarak bütün mânevî hastalıklardan temizlenip Cenab-ı Hakkın rızasında fani olmaktır. İşte bu ulvî dereceyi kazanan kimseler, şüphesiz ki ehl-i hakîkattirler. Yani, tarikattan maksud ve matlub olan gayeye ermişler demektir. Fakat bu yüksek mertebeyi kazanmak, her adama müyesser olamayacağı için, büyüklerimiz matlub olan hedefe kolaylıkla erebilmek için muayyen kaideler vaz eylemişlerdir.( Tarihçe-i Hayat – Önsöz)
Yirmiüç senede te’lifi tamamlanan ve yüz otuz kitabdan müteşekkil “Risâle-i Nûr” adlı eserleriyle, İlm-i Kelâm sahasında bir teceddüd yaptığı görülmüştür. Evet kendisi onbeş sene tahsili lâzım gelen ilmi üç ayda elde etmesi, gaybî bir işarettir ki: “Bir zaman gelecek, onbeş sene değil, bir sene bile ilm-i iman dersini alacak medreseler ele geçmeyecek. İşte o zamanda müştaklara onbeş senelik dersi onbeş haftada ellere verebilecek Kur’anî bir tefsir çıkacak ve Said onun hizmetinde bulunacak.” Evet tam zuhur etti ve aynen görüldü. Risâle-i Nûr, otuz senelik müdhiş bir zamanda gizli dinsiz ve ifsad komitelerinin hücumlarına rağmen iman hakîkatları derslerini yüzbinler nüshalarıyla her tarafta neşrettiler ve binler kalemlerin gayretleriyle matbaalara ihtiyaç bırakmadan Kur’anın bu yeni dersleri yayıldı; milyonlarca insanın imanlarının takviyesine vesile oldu. Anadolu’daki Risâle-i Nûr’un faaliyeti, iman hizmeti ve makul yüksek dersleri, herkesin nazar-ı dikkatini celbetti. Mahkemeler ve tedkikler yoluyla Cenab-ı Hak, Nurları ehl-i siyaset ve hükûmete de okutturdu ve mektebliler arasında yayıldı, genç İslâm ve iman fedakârları çoğaldı; ve bunun büyük bir neticesi olarak, küfr-ü mutlakın ve dalaletin hücumu önlendi, geri çekildi. Yer yer bütün vatanda din lehinde cereyanlar başladı. İzn-i İlahî ile, âlem-i İslâm ve insaniyete doğmaya başlayan İslâmî saadetin fecr-i sadıkını gösterdi, Elhamdülillahi Rabb-il Âlemin-Tarihçe-i Hayat ( 33 )
Bâkî ÇİMİÇ