Soru: Burada Yahûdî milletinin ancak yaşayacak kadar rızık bulması ne anlama geliyor. Çünkü hayatımızı idame ettirebilmemiz için gereken rızık belli. Nasıl oluyor da zengin bir millet olarak tanınan Yahûdî milleti kazandığıyla sadece yaşayabiliyor?
Öncelikle Risâle-i Nûrlarda geçen bahisleri ve Ayet-i Kerimelerde Yahûdîler ile ilgili yerleri alarak konuya devam edelim inşâallah.
Evet, her milletten ziyade hırsla dünyaya saldıran Yahûdî milletinin zillet ve sefaleti, bu hükme bir şahid-i kàtı’dır.(Yirmi İkinci Mektup)
Hem dünyada, milletler içinde şiddet-i hırsla meşhur olan Yahûdî milletinden daha ziyade rızık peşinde koşan olmuyor. Hâlbuki zillet ve sefalet içinde en ziyade sû-i maişete onlar maruz oluyorlar. Onların zenginleri dahi süflî yaşıyorlar. Zaten ribâ gibi gayr-ı meşru yollarla kazandıkları mal, rızk-ı helâl değil ki meselemizi cerh etsin.( Yirmi Dokuzuncu Mektup)
“Böylece onların üzerine bir zillet ve yoksulluk damgası vuruldu.”(Bakara Sûresi; 2:61.) âyet-i celilesinin bir nüktesi
Aziz Nur kumandanı ve Kur’ân’ın hâdimi kardeşim Refet Bey,
Yahûdî milleti hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettikleri için, her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeye müstehak olmuşlar. Fakat bu Filistin meselesinde; hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi değil, belki enbiya-yı Benî İsrailiyenin mezaristanı olan Filistin, o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle, bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından, çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa, koca Arabistan’da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti. Said Nursî(On Dördüncü Şua)
Meselâ, “Kızlarınızı sağ bırakıp yeni doğan erkek çocuklarınızı kesiyorlardı.” Bakara Sûresi, 2:49. Benî İsrail’in oğullarının kesilip kadın ve kızlarını hayatta bırakmak, bir Firavun zamanında yapılan bir hadise ünvanıyla, Yahûdî milletinin ekser memleketlerde her asırda maruz olduğu müteaddit katliamları, kadın ve kızları hayat-ı beşeriye-i sefihânede oynadıkları rolü ifade eder.
Sen onları, hayata karşı insanların en hırslısı olarak bulursun.” Bakara Sûresi, 2:96.
Onların çoğunun günaha, zulme ve haram yemeye koşuştuklarını görürsün. Ne kötü birşeydir o yaptıkları!“Mâide Sûresi, 5:62
“Onlar yeryüzünde hep bozgunculuğa koşarlar. Allah ise bozguncuları sevmez.” Mâide Sûresi, 5:64.
“İsrailoğullarına Tevrat’ta şöyle bildirdik: Siz yeryüzünde iki kere fesat çıkaracaksınız.” İsrâ Sûresi, 17:4.
“Bozgunculuk yaparak yeryüzünü fesada vermeyin.” Bakara Sûresi, 2:60.
Yahûdîlere müteveccih şu iki hükm-ü Kur’ânî, o milletin hayat-ı içtimaiye-i insaniyede dolap hilesiyle çevirdikleri şu iki müthiş düstur-u umumîyi tazammun eder ki, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa’y ve ameli sermaye ile mübareze ettirip fukarayı zenginlerle çarpıştıran muzaaf ribâ yapıp bankaları tesise sebebiyet veren ve hile ve hud’a ile cem-i mal eden o millet olduğu gibi; mahrum kaldıkları ve daima zulmünü gördükleri hükûmetlerden ve galiplerden intikamlarını almak için her çeşit fesat komitelerine karışan ve her nevi ihtilâle parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifâde ediyor.
Meselâ, “Haydi, ölümü isteyin.” Bakara Sûresi, 2:94. “Eğer doğru iseniz mevti isteyiniz. Hiç istemeyeceksiniz.” İşte, meclis-i Nebevîde, küçük bir cemaatin, cüz’î bir hadise ünvanıyla, milel-i insaniye içinde hırs-ı hayat ve havf-ı mematla en meşhur olan millet-i Yehudun tâ kıyamete kadar lisan-ı halleri mevti istemeyeceğini ve hayat hırsını bırakmayacağını ifade eder.
Meselâ, “Onların üzerine bir zillet ve yoksulluk damgası vuruldu.“( Bakara Sûresi, 2:61). şu ünvanla, o milletin mukadderât-ı istikbaliyesini umumî bir surette ifade eder. İşte, şu milletin seciyelerinde ve mukadderatında münderiç olan şöyle müthiş desatir içindir ki, Kur’ân onlara karşı pek şiddetli davranıyor, dehşetli sille-i tedip vuruyor. ( Yirmi Beşinci Söz)
Yahûdî milleti ayet-i kerime ile de sabit ki meskenet tokatı yemiş bir millettir. Ayet meali: “Böylece onların üzerine bir zillet ve yoksulluk damgası vuruldu.”(Bakara Sûresi; 2:61.)
Şimdi hakikat bu iken tarihte bu milletin durumuna bakalım. Dünyada mekân ve özellikle vatan tutunamamışlar ve hep sürgünden sürgüne eziyetten eziyete sürülmüşler. Her milletin içinde sefil ve rezil durumda kalmışlar. Hatta Almanya’da Hitler Yahûdîleri katletmiş ve feci bir akıbete uğramışlar. Diğer memleketlerde de bu sefaleti ve zilleti hep yaşamışlar. Daha sonralarda ise Osmanlı bunlara sahip çıkmış ve İmânından gelen bir şefkat ile onları Osmanlı topraklarına alarak istihdam etmiş. Böylece bir nebze de olsa rahat etmişler ancak yine de boş durmamışlar Osmanlının yıkılışında çok etkili dessaslıkları yapanlar yine Yahûdîlerden bir kısım olmuş. Emirdağ Lahikası’ndaki şu tespit bunu doğruluyor.” İşte bu ehemmiyetli vesika, tam tamına Risâle-i Nûr tercümanının kırk küsur sene evvel hadis-i şerifin ihbarına dair beyan ettiği hadiseyi tasdik ettiği gibi; ve Şeriat-ı Ahmediyeye ihanet eden o dehşetli şahsın mühim bir kuvveti Yahûdî olduğu, Yahûdî olan Lord Gürzon ile Hayim Naum o ihbarın hakikatını gösterdiklerini ve yirmi beş seneden beri Nurcuların imhasına keyfî kanunlarla dehşetli zulümlerin hikmetini tam gösteriyor.( Emirdağ Lâhikası (2) – Mektup No: 27)”
Esasında zahiri esbab bizi aldatmasın hakikatte Yahûdîler dünyaya hırs gösterdikleri için böyle bir akıbete muhatap olmuşlar ve hıs gösterdikçe de o niyetlerinin tersi ile muamele görmüşler. Onların hayat tarihçeleri buna şahittir.
Ancak Filistin meselesinde ise farklı kaderî bir nokta vardır. Bunu da Üstad şu şekilde ifade etmiş.” “Böylece onların üzerine bir zillet ve yoksulluk damgası vuruldu.”(Bakara Sûresi; 2:61.) âyet-i celilesinin bir nüktesi
Aziz Nur kumandanı ve Kur’ân’ın hâdimi kardeşim Refet Bey,
Yahûdî milleti hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettikleri için, her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeye müstehak olmuşlar. Fakat bu Filistin meselesinde; hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi değil, belki enbiya-yı Benî İsrailiyenin mezaristanı olan Filistin, o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle, bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından, çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa, koca Arabistan’da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti. Said Nursî(On Dördüncü Şua)”
Buraya göre şu tespitleri yapabiliriz.
1.Yahûdî milleti hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ederler.
2.Bu nedenle de “her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeye müstehak olmuşlar.”
3. Fakat bu Filistin meselesinde; hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi değil,”Yani Filistine yerleşme niyetleri “hubb-u hayat ve dünyaperestlik” noktaları değil. Burası önemli, çünkü ” Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.( Yirmi Birinci Lem’a)”
4.Filistin’e yerleşme niyetleri şöyledir:” belki enbiya-yı Benî İsrailiyenin mezaristanı olan Filistin, o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle, bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından,”
5. Çabuk tokat yemiyorlar.
6. Yoksa, koca Arabistan’da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti.
Böylece şu an için çabuk tokat yememeleri ve zengin görünmeleri onların refah ve korkusuz bir hayat yaşadıklarının delili değildir. Dünyayı çok sevdiklerinden ve de ölümden çok korktuklarından buraya yerleşme niyetleri için kısa süreliğine güçlü gözüküyorlar ancak çok korku içindeler ve devamlı silahlanıyorlar, çevresindeki ülkelerden hiç dostları olmadığını bilerek tek güvendikleri garkad ağacını temsil eden Amerika’ya sığınıyorlar ve onun arkasına gizlenerek bir süre daha güçlerini zahiri olarak devam ettiriyorlar.
Öyleyse Yahûdî milleti kazancını hırs ve ribâ ile kazandığı için bir sebeple meşru olmayan bu kazanç onların aleyhine dönecek, korku, endişe ile yaşamaya devam edecektir. Hatta dünyadaki çoğu Miletlerin nefretini ve tenkitlerini üzerine çekerek giderek yalnız kalmaya başlamıştır. Yaptığı entrikalar ve hilelerle güvenirliliğini yitiriyor ve zulümleri ile de kendi sonuna doğru gidiyor. Zahiri esbap altında yatan hakikatleri Risâle-i Nûrlarla böyle fehmediyorum.
“Bu gün siyasi olarak İsrail ABD’ye dayanarak tek siperi ABD olmuş ve ona dayanıp arkasına saklanıyor.”(Mustafa ÖZCAN,3 Nisan 2002-Yeni Asya Gazetesi)
Yukarıdaki tespiti sayın Mustafa Özcan’ın makâlesinden ajandama not etmiş ve zaman zaman karıştırıken de karşıma çıkıyordu.Bu konuyu hazırlarken de aklıma geldi ve yazının içinde kullandım.
Garkad ağacı bana da müteşâbih geliyor.Ya’ni Âhirzamanda Yahûdîlerin ağacı olacak.Yahûd ağacı.
Hadîs şöyledir:”Öyle ki Yahudiler taşların ve ağaçların arkasına saklanacak ama ağaç ve taş dile gelerek ‘Ya Müslim! Ey Allah (c.c.) kulu! Gel, bak benim arkamda Yahudi var, buraya gizlendi, benim arkamda, gel onu cezalandır. diyecek. Sadece ‘gargat’ ağacı bunu söylemeyecek çünkü o Yahudi ağacıdır” buyuruluyor. (Kitab-ul Fiten H. 2239)”
Âhirzamanda Yahûdîler o kadar zulümler yapacak ki bu zulümleri bütün taş kalbli olan milletleri dahi etkileyecek ve bütün taşlar arkamızda bir Yahûdî var diye onları ihbar edecek hakîkatini gösterecek.
Esasında taşlar ve ağaçlar mucizeler haricinde konuşmaz.Ancak âhirzamanda bütün taşlar ve ağaçların konuşarak dile gelmesi ve arkalarında sakladıkları Yahûdîleri söyleyerek çekilecekleri ihbarı müteşabih olmalıdr.Ancak sadece garkad ağacı hariç diğer taşlar ve ağaçlar yahûdîleri saklamayacak ve ihbar ederek önlerinden çekileceklerdir.Demek Garkad ağacı Yahûd ağacı olduğu için onlara siperlik edecek ve onları saklamaya devam edecektir.
Öyleyse hadise-i âleme bakalım:
Yahûdîlerin yaptığı zulümleri dünyada tasvib eden ABD hariç hangi millet kaldı?Bütün ülkelerde taş kalbli olarak dahi bilinen insanlar onları savunmuyor ve de tel’in ediyor.Böylece bütün taşlar ya’ni taş kalbli olanlar dahi onları savunmaz duruma gelmiştir.
Ancak sadece ABD hem siyasi,hem askeri hem de ekonomik desteğini halen sürdürüyor ve Yahûdîler ABD’nin şımarık çocuğu olarak Orta Doğu’da Âlem-i İslâm’ın kalbinde o meş’um zulmünü yapmaya devam ediyor. Ancak o acı akıbetine doğru da yaklaşıyor.Çünkü asıl darbeyi İsevilik şahs-ı Mânevîsinden yiyecek ve sakil bir duruma düşerek yaptığı zulümlerin neticesi olarak beklenen meskenet tokatını müstahak olduğu için yiyecektir.Akıbet ise müttakilerin olacaktır inşâallah.
Çünkü;
“Bir hak bilkuvve kalmış. Yahut kuvvetsiz kalmış. Ya mahlûttur(karıştırılmış), hem mahşuş(karalanmış). Ona da bir inkişaf, ya bir taze kuvvet vermek lâzım gelmiştir.
Mühezzep(temizlenme) ve müzehhep(parlatılma) yapmak için muvakkat(geçici), bâtıl ona musallat. Tâ ki sebike-i hak(hak ve hakkın kıymeti) ne miktar lüzum vardır,
Tâ mahz ve hâlis çıksın mebâdide, dünyada bâtıl etse galebe, fakat kazanmaz harbi. “Âkıbetü’l-müttakîn” ona vurur bir darbe. İşte, bâtıl mağlûptur. “El-hakku ya’lû” sırrı onu çarpar ikaba. İşte hak da galiptir.(Lemeât)”