İnsanda tûl-i emelin menşeî olan tevehhüm-ü ebediyet arzusu vardır. Tûl-i emel bitmeyen arzu ve istekler, hiç ölmeyecek gibi dünyaya dalmak, dünyayı öncelemek ve düşünmektir. Tevehhüm-ü ebediyet arzusu ise dünyada ebedî ve sonsuz yaşama zannıdır.
Bu nedenle Bedîüzzamân Mesnevî-i Nûriye’de“Tahammülünden âciz, tâkatinden hariç olduğun tûl-i emel yükünü yüklenme.(Mesnevî-i Nûriye,2006,s:190 )” demiştir. Çünkü bu yük ağır bedeli olan bir yüktür.
Tûl-i emel, şeytanın bir telkini ve desisesidir. Şeytan bu arzuyu çok rahat kullanmaktadır. Hiç ölmeyecek gibi uzun yaşama arzusunun dünyada tezahür edeceğine dâir bir aldanmadır. Bir yanılma ve kırılmadır. Nefsin vazîfeden kaçma taktiklerinden birisidir.
Tûl-i emele meftun ve istirahat döşeğindeki bir tembelden devamlı şu serzenişler işitilir:” Evet, gayet zengin ve işsiz, istirahat döşeğinde herşeyi mükemmel bir efendiden sor, “Ne haldesin?” Elbette, “Aman vakit geçmiyor; gel bir şeş beş oynayalım. Veyahut vakti geçirmek için bir eğlence bulalım” gibi müteellimâne sözleri ondan işiteceksin. Veyahut tûl-i emelden gelen, “Bu şeyim eksik; keşke şu işi yapsaydım” gibi şekvâları işiteceksin.(Lem’alar,2005,s:492 )” Böylece nefis bütün ömrünü ve zamanını dünyada kalacak gibi geçirmeye çalışmaktadır.
Aynı zamanda ihlâsı zedeleyen ve insanı dünyaya ve riyâya sevk eden en tesirli müteharriklerin başında da tûl-i emel gelir. İhlâs Risâlesinde bunu Bedîüzzamân şöyle ifede etmektedir.“ Evet, ihlâsı zedeleyen ve riyâya ve dünyaya sevk eden tûl-i emel olduğu gibi,…(Lem’alar,2005,s:396 )”demiştir. Böylece dünya sevgisi ve insanı gösterişe sevk eden tesirli bir etkenin de tûl-i emel olduğu anlaşılmaktadır.
Bedîüzzamân,” tûl-i emelin menşeî olan tevehhüm-ü ebediyet(Lem’alar,2005,s:396 )” tespitini yapmıştır. Tevehhüm-ü ebediyet, ebedî ve sonsuz yaşama arzusu ve zannıdır. İnsanın fıtratına derc edilen ebedî yaşama arzusunu nefis, tevehhüm-ü ebediyet ile dünyada yaşamak istemektedir. Böylece ölümü kendine almayarak ebedî olarak dünyada yaşayacak ve kalacak vehmî ile tûl-i emele menşelik yapmaktadır. Tûl-i emel, dayanağını tevehhüm-ü ebediyetten almakta ve fıtratta var olan ebedî yaşama arzusunu fânî ve geçici olan dünya hayatında isteyerek gaflet etmektedir. Böylece nefis deve kuşu gibi başını kuma sokmakta ve gaflet toprağı altında kendisini aldatmakta ve zarar üstüne zarar etmektedir.
Yirmi Birinci Söz, Birinci İkazda tevehhüm-ü ebediyet ile ilgili şu önemli tespitler yapılmıştır.” Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir? Hiç kat’î senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?
Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyif için, ebedî dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasaydın ki ömrün azdır, hem faydasız gidiyor; elbette onun yirmi dörtten birisini, hakikî bir hayat-ı ebediyenin saadetine medar olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek, usanmak şöyle dursun, belki ciddî bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olur.(Sözler,2004,s:425 ) “ Böylece Risâle-i Nûrlarda tevehhüm-ü ebediye için en tesirli ders ve ikâz verilmiş olmaktadır.
Tûl-i emeli hiç ölmeyecek gibi dünyaya dalmak ve düşünmek olarak tarif ettik. Risâle-i Nûrlarda bu mânâda Bedîüzzamân çok etkileyici ve tesirli ifadelerle şu tespitleri de yapmaktadır. Birlikte tâkip edelim: “ Ey gafil Said! Bil ki: Galat-ı his (his yanılması, yanlış duygu) nev’inden gayet muvakkat dünyayı lâyemut(ölümsüz) ve daimî görüyorsun. Etrafına ve dünyaya baktığın zaman bir derece sabit ve müstemir gördüğünden, fanî nefsini de o nazar ile sabit telâkki ettiğinden, yalnız kıyametin kopacağından dehşet alıyorsun. Güya kıyametin kopmasına kadar yaşayacaksın gibi, yalnız ondan korkuyorsun. Aklını başına al. Sen ve hususî dünyan, daimî zevâl ve fenâ darbesine maruzsunuz. Senin bu galat-ı hissin ve mağlatan(yanıltmak için yanlışı doğru göstermen) şu misale benzer ki: Bir adam elinde olan âyinesini bir hâne veya bir şehre veya bir bahçeye karşı tutsa; misalî bir hâne, bir şehir, bir bahçe o âyinede görünür. Edna bir hareket ve küçük bir tegayyür(değişme, bozulma) âyinenin başına gelse, o hayalî hâne ve şehir ve bahçede hercü merc(darmadağınıklık) ve karışıklık düşer. Hariçteki hakîkî hâne, şehir ve bahçenin devam ve bekası sana fâide vermez. Çünkü senin elindeki âyinedeki hâne ve sana ait şehir ve bahçe, yalnız âyinenin sana verdiği mikyas ve mizan iledir. Senin hayatın ve ömrün, âyinedir. Senin dünyanın direği ve âyinesi ve merkezi, senin ömrün ve hayatındır. Her dakikada o hane ve şehir ve bahçenin ölmesi mümkün ve harap olması muhtemel olduğundan, her dakika senin başına yıkılacak ve senin kıyametin kopacak bir vaziyettedir. Mâdem öyledir; sen bu hayatına ve dünyana, çekemedikleri ve kaldıramadıkları yükleri yükletme!(Lem’alar,2005,s:289 ) “ İşte Bedîüzzamân bizlere bu mânâda çok güzel ikaz dersleri sunmaktadır.
Tûl-i emelin menşeî olan tevehhüm-ü ebediyeti kıran ve izâle eden, ayrıca riyâdan nefret verip ihlâsı kazandıran ise râbıta-i mevttir. Râbıta-i mevt mevzûsu ayrı işlenmesi gereken bir konudur.
Abdülbâkî ÇİMİÇ