Tevehhüm

Tevehhüm

Tevehhüm;  vehim ve evhamlanmaktır. Az bir tehlike ihtimâli olsa da çok korkmaktır. Yok olanı var zannetmekle ye’se ve korkuya düşmektir. Aslında olmayan bir şeyi var kabul ederek ümitsizliğe düşmek; yok olanı var zannetmekle kafada kurma ve kuruntuya kapılmaktır. Esassız ve yanlış düşüncelere kapılarak rahatsız olmaktır. Bazen de saçma bir hezeyandır. Tevehhüm, evhamın tahakkümüyle ve insanın gafletiyle meydana gelen vehmî zanlardır. İnsanın tahayyül mertebesinde vuku bulan bir hâldir. Tevehhüm esasında tahayyülî safsataları vehmî bir zarar zannederek kalben mutazarrır olmaktır. ”Hükümsüz bir tahayyülü hakikat tevehhüm”[1] etmektir.  Hayale gelen bir şüpheyi, akla girmiş bir şüphe tevehhüm[2] etmekten ibarettir. Halbuki tevehhüm bir hüküm değildir. Bir derece serbest, cüz-i ihtiyariyeyi pek dinlemez, teklif-i dinî altına çok girmez konumdadır.

Tevehhüm hâlinde insan, ihtimalleri iltibas eder ve imkân-ı zatî ile yakîn-i ilmî ve hükmîyi karıştırır. Böylece insanda tevehhümün tasarrufu vuku bulur. Halbuki “Bir emâreden gelmeyen bir ihtimal-i zâtî ise, bir imkân-ı zihnî olmaz ki şüphe verip ehemmiyeti olsun.”[3] Öyleyse tahayyülî tevehhüm mânâsız dâvâ-yı mücerrettir. “Yani, aklen, mantıkan, fikren o dâvâyı ettirecek bir sebep olmadığı için, mânâsız sözler hükmündedir.”[4]

Tevehhüm, insanı aldatabilir bir evham halidir. Daima insanda sebeb-i kusur zannıdır. Şeytanın en çok işlettiği bir damardır. Çünkü tevehhüm vesvese hâlinda vuku bulan bir illet ve halettir. Bu cihetle “Vesvesenin zararı, tevehhüm-ü zarardır; yani onu zararlı tevehhüm etmekle, kalben mutazarrır olmaktır. Çünkü, hükümsüz bir tahayyülü hakikat tevehhüm eder. Hem şeytanın işini kendi kalbine mal eder; onun sözünü, ondan zanneder. Zarar anlar, zarara düşer. Zaten şeytanın da istediği odur.”[5] “Bîçare vesveseli adam, bazen tahayyülü, taakkul ile iltibas eder. Yani, hayale gelen bir şüpheyi, akla girmiş bir şüphe tevehhüm edip, itikadına halel gelmiş zanneder. Hem, bazen tevehhüm ettiği bir şüpheyi, îmâna zarar veren bir şek zanneder.”[6] Bu gibi durumlarda endişeye düşmemek gerekir. “Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi, tevehhüm-ü küfür dahi, küfür değildir.”[7] Çünkü “hem tahayyül, hem tevehhüm, hem tasavvur, hem tefekkür, tasdik-i aklîden ve iz’an-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar. Onlar bir derece serbesttirler, cüz-i ihtiyariyeyi pek dinlemiyorlar, teklif-i dinî altına çok giremiyorlar.”[8] Öyleyse tevehhüm, tasdik ve iz’an olmadığı için şüphe ve tereddüt sayılmaz.

“Hem insanda hissiyat galip olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hâzırayı ileride gayet büyük bir mükâfata tercih eder. Ve az bir hazır sıkıntıdan, ileride büyük bir azab-ı müecceleden ziyade çekinir. Çünkü tevehhüm ve heves ve his, ileriyi görmüyor, belki inkâr ediyorlar. Nefis dahi yardım etse, mahall-i îmân olan kalb ve akıl susarlar, mağlûp oluyorlar. Şu hâlde, kebâiri işlemek îmânsızlıktan gelmiyor, belki his ve hevesin ve vehmin galebesiyle akıl ve kalbin mağlûbiyetinden ileri gelir.”[9]

Görüldüğü üzere tevehhüm hissiyât kabilinden olduğu için ileriyi gömüyor ve akıbeti düşünmüyor. Belki de “his ve hevesin ve vehmin” galebesiyle akıl ve kalbin mağlubiyetine sebep olarak kebâiri işletebiliyor. Aynı zamanda tevehhüm ve vehim nefsin de yardımıyla mahall-i îmân olan kalb ve aklı susturup, mağlûp edebiliyor. Bunun çare-i yegânesi îmânın mahll-i kalbde kuvvet bulmasıdır. “Evet, îmân, kalbde, kafada daimî bir mânevî yasakçı bıraktığından, fena meyelânlar histen, nefisten çıktıkça ‘yasaktır’ der, tard eder, kaçırır.”[10]

Abdülbâkî ÇİMİÇ

[email protected]

https://www.feyzinur.com

[1] Sözler,2013,s.434

[2] Sözler,2013,s.434

[3] Lem’alar,2013,s.217

[4]Sözler,2013,s.988

[5] Sözler,2013,s.434

[6] Sözler,2013,s.439

[7] Sözler,2013,s.439

[8] Sözler,2013,s.439

[9] Lem’alar,2013,s.220

[10] Eski Said Eserleri(Hutbe-i Şâmiye),2013,s:367

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir