Tasannu; yapmacık hareketler, sunî davranışlar, farklı görünme hâlleri gibi mânâlara gelir. İnsanın fiilleri imân ve İslâmiyetin terbiyesi ile, yani fıtrî bir tarzda olmalı, yoksa tasannu olur. Tasannu ise insanın fıtratına aykırı bir davranıştır. Tasannu’kâr surî bir vaziyet hizmet-i Kur’âniye ve imâniyeye muvafık düşmez. Aynı zamanda tasannu’kârane hodfuruşlük vaziyeti hizmet-i imâniyedeki ihlâsı kırar. Ancak insan aciz, nefs-i emare ve enaniyet cihetiyle aldanabildiği için “Hırs-ı şöhret, hubb-u cah, makam sahibi olmak, emsaline tefevvuk etmek gibi hisler ve insanlara iyi görünmek, tasannukârâne (haddinden fazla kendine ehemmiyet verdirmek) ve tekellüfkârâne (lâyık olmadığı yüksek makamlarda görünmek) tarzını takınmakla riya eder.”[1] Bediüzzaman’ın “Nefs-i emmareye itimat edilmez. Enaniyet ve nefs-i emmare sizi aldatmasın.”[2] dediği yer burası olmalıdır.
Zaten Beddiüzzaman tasannu ve tekellüften kat’iyen hoşlanmazdı. Çünkü “Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancılıktır.”[3] Öyle alçak bir fiil olan tasannuyu bir Müslüman evladı istimal etmemelidir. Şu sözler de Bediüzzaman’a aittir: “Hem bu zamanda aramadığım cüz’î, muvakkat zevk ve bu hayat ve dünya gözüyle fütuhat-ı Nuriye’den gelen lezzet bedeline; çok ağır, soğuk ve nâhoş tekellüf elemlerinden ve hodfüruşluk zahmetlerinden ve tasannu’ zararlarından kurtulmak vardır.”[4] Buna binaen “Eğer iman-ı ahiret o büyük âile efradında (Müslümanlara) hükmetmezse, güzel ahlâkın esasları olan ihlâs, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlık, rıza-yı İlâhî, sevab-ı uhrevî yerine garaz, menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık, tasannu, riya, rüşvet, aldatmak gibi haller meydan alır.”[5]
Bir Müslüman tasannu’kârane yapmacık hareketlere tevessül etmez. Hele bir Nur Talebesi Risale-i Nur’dan almış olduğu hakîkat mesleği derslerinden sonra böyle hâllere girmez. Çünkü “Şimdi kat’î kânaatimiz geldi ki, o hakâik-i Kur’âniye nurdur, ziyadır. Tasannu, temelluk, tezellül zulmetleriyle birleşemiyor.”[6] Tasannu hâli bir nevi ehl-i dünyanın ve menfaat peşinde koşanların zulmetli fiilleridir. Hakaik-i Kur’âniye nurlarıyla birleşemiyor. Nur Talebeleri bu zulmet hâlinden uzak durmak mecburiyetindedir. Bediüzzaman Denizli hapis mektuplarında “Bu fırtınalarda buraya girmeseydik, vehham memurların temasında bu hafif musibet ağırlaşmış olacaktı ve onlara karşı tasannu ve dalkavukluk etmek belâsı olacaktı.”[7] diyerek tasannu ve dalkavukluk etmeyi bir belâ olarak görüyor.
Yine gelen aynı minval mektuplarda şöyle ehemmiyetli bir yer daha var. “Bu gece evrad ile meşgul olurken nöbetçiler ve başkalar işitiyorlardı. Kalbime geldi ki: “Acaba bu izhar, sevabını noksan etmiyor mu?” diye telâş ettim. Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazâli’nin meşhur bir sözü hatıra geldi. O demiş: “Bazan izhar, çok defa ihfâdan daha ziyade efdal olur.” Yani âşikâre yapmakta başkalar, ya istifade veya taklit etmek veya gafletten uyanmak veya dalâlette ve sefahette muannid ise, karşısında şeâir-i İslâmiye nev’inde izhar etmek, izzet-i diniyeyi göstermek gibi çok cihetle, hususan bu zamanda ve ihlâs dersini tam alanlarda değil riya, belki gizliden tasannu karışmamak şartıyla çok ziyade sevaplı olabilir diye bir teselli buldum.”[8]
Netice olarak “Şöhret, ayn-ı riyadır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. İnsanı, insanlara abd ve köle yapar. Yani, nam ve şöhret isteyen adam; halklara kendini beğendirmek, sevdirmek için, insanlara riyakârlık, dalkavukluk yapar. Tasannu’kâr tavırlar takınır. O bela ve musibete düşersen “Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz.”[9] de.”[10]
Abdülbâkî Çimiç
[1] Kastamonu Lahikası, 2013, s.261
[2] Lemalar, s.391
[3] ESDE(Hutbe-i Şamiye), s.344
[4] Emirdağ Lahikası-I, s.345
[5] Şualar, s.367
[6] Lemalar, s.165
[7] Şualar, s.506
[8] Şualar, s.492
[9]Bakara Sûresi, 2:155-156
[10] Sözler(Konferans), s.1234