Tarafgirlik; taraf olma, taraf tutma ve taraftarlık göstermektir. Tarafgirlik ikidir. Biri hak namına olursa, haklılara melce ve sığınılacak yer olur. Bu müsbet tarafgirliktir. Diğeri ise menfî tarafgirliktir ki nefis istimâl eder ve haksızlara melcedir ki, onlara nokta-i istinad teşkil eder. İşte bu tarafgirlik hak namına değil, nufus-u emmare hesabına çalışır. Şeytan bu tarafgirlik damarını çok işletir. Menfî tarafgirliğin hassa-i mümeyyizesi garazkârlık, adavet, kin, öfke, nifak, şikak ve zulümdür. Ehl-i imânın istimal etmemesi gereken kötü bir haslettir.
Tarafgirlik damarı ihlâsı kırar, hakikati değiştirir. Mü’minlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet verir. Tarafgirlik hastalığı hayat-ı içtimaiyece gayet muzırdır. Hâlbuki “Mabeynimizdeki hakiki ve uhrevî uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz.[1]” Risale-i Nur’un vazîfesi imânı kuvvetlendirip kurtarmaktır. Dost ve düşmanı tefrik etmeyerek hizmet-i imâniyeyi hiçbir tarafgirliğe girmeyerek yapmaya mükellefiz.
Nefs-i insaniye ise “Tarafgirlik hissiyle, bir câninin hatâsıyla, değil yalnız akrabasına, belki taraftarlarına dahi adâvet eder. Elinden gelse zulmeder. Elinde hüküm varsa, bir adamın hatasıyla bir köye bomba atar. Halbuki bir mâsumun hakkı, yüz câni için feda edilmez; onların yüzünden ona zulmedilmez. Şimdiki vaziyet, yüz mâsumu birkaç câni için zararlara sokar.[2]” Hem “Bir tarafa tarafgirlik hissi, tarafgir nazarı, taraftar olduğu taraf cereyanın kusurunu görmez, zulmüne rıza gösterir, belki alkışlar. Halbuki küfre rıza, küfür olduğu gibi, zulme razı olmak dahi zulümdür.[3]”
Bu zaman ve zeminde siyâsetçilik veya tarafgirlik ise, tehlikedir. “Hem Tahtîecilik[4]fikri, sû-i zan ve tarafgirlik hissinin menbâı olduğundan, İslâmda lâzım olan tesânüd-ü ervâh(ruhların dayanışması), tevhid-i kulûb(kalblerin birliği), tehâbbüb(sevgi gösterme, muhabbet etme) ve teâvüne (yardımlaşmaya) büyük rahneler(yaralar ve zararlar) açmıştır.[5]” “Tarafgir bir muannit, kendi a’mal-i hayriyesinde hasmına tefevvuk ister. Halisen livechillâh amele pek de muvaffak olamaz. Hem, hüküm ve muamelâtında tarafgirini tercih eder, adalet edemez. İşte, ef’al ve a’mal-i hayriyenin esasları olan ihlâs ve adalet, husumet ve adavetle kaybolur.[6]” Böylece “vasıta-i halâs ve vesile-i necat olan ihlâs zayi olur.[7]”
Bediüzzaman Hazretleri tarafgirliği şöyle îzah etmiştir: ”Tarafgirlik eğer hak namına olsa, haklılara melce olabilir. Fakat şimdiki gibi garazkârâne, nefis hesabına olan tarafgirlik, haksızlara melcedir ki, onlara nokta-i istinad teşkil eder. Çünkü, garazkârâne tarafgirlik eden bir adama şeytan gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, o adam o şeytana rahmet okuyacak. Eğer mukàbil tarafa melek gibi bir adam gelse, ona-hâşâ-lânet okuyacak derecede bir haksızlık gösterecek.[8]”
Tarafgir adam hak namına değil, nefis hesabına hareket ettiği için ehl-i imânı incitir, hakkı kırar. Böylece zarar verir, zarar eder. Özellikle hayat-ı içtimâîyede tarafgirlik hastalığı ehl-i imân mabeyninde şiddetli münâkaşalara sebep olduğu için muzırdır. Kötü bir haslet ve alçak bir silahtır. İhlâsı kıran ve insanın ahiret hayatına zarar veren menfî tarafgirlik damarını ne yazık ki ehl-i imân da istimâl etmektedir. Hatta haddi aşarcasına bulduğu her zaman ve zeminde özellikle siyâsî tarafgirlik ve taassup damarı ile su-i zanna girerek hesapsız ve ölçüsüz, kırıcı ve üzücü sözleri söyleyebilmektedir. Bu pis ve kötü silaha tevessül edenler bilmelidirler ki kârlı çıkan nefistir ve İslâmiyet düşmanlarıdır. Buradan kârlı çıkacak olan tarafgirâne ve garazkârâne hareket eden firavunlaşmış nefs-i emmaredir. Ehl-i imân arasında böyle bir fitne ateşi çıkarmak, ehl-i imâna hususan nur talebelerine yakışmaz. Hiç kimse böyle bir fiili işleyip hamiyet perdesine sığınarak hak dâvâ etmesin. Bu işlenen fiil ancak ve ancak haksızlara melcedir, onlara nokta-i istinad teşkil eder.
İşte, ey ehl-i imân! İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne tarafgirliklerinizden kuvvetinizin hiçe inmemesi için acilen bu fiilden vazgeçiniz. Pişman olup nedâmet ediniz. Yoksa kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Çünkü “tarafgirane ve garazkârane firavunlaşmış nefs-i emmare hesabına hodfuruşluk, şöhretperverâne bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan barika-i hakîkat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor.[9]” Bu fitne ateşine âlet olmamak için aman dikkat, aman dikkat!
Son zamanlarda kendi iç âlemlerindeki firavunlaşmış nefs-i emarenin hakkı ve hatırı için husumetkârâne ve haksızcasına hak dâvâ ederek özellikle sosyal medyayı kullanarak cemaatimizin şahs-ı mânevîsine saldıran, ahirette çok mesuliyete haiz kara propaganda yapanlar bilsinler ki hak vurdukça parlar. Yeni Asya Camiası çok badireler atlatmış ve her daim hak taraftarı olmuş ve hakkı muhafaza etmiştir. Geçici propagandalara ve fırtınalı rüzgârlara aldırmamış ve hak bildiği dâvâda asla tereddüt etmeden yoluna devam etmiş, etmeye devam ediyor ve de edecektir inşâallah. Zaman müfessiri kaydını izhar ettiğinde bu gün insafsız ve acımasızca saldıranlar nedâmet etmeye zaman ve ömür bulabilirler mi bilemiyoruz!
Ey hak dâvânın kahraman fertlerinin tesânüdü ile meydana çıkan Yeni Asya Şahs-ı Mânevîsi! Sabret, beki de şükret! Çünkü bu ahirzaman fitnesinin, hârici ve dâhili cereyanlarının hükmettiği zaman diliminde dehşetli menhus ruhun nefesini ve te’sirini ensesinde hissetmeyenler korksun! O muhasaranın bu şahs-ı mânevînin üzerinden kalkmayacağına dair rivayeti hatırla, yeter!
Abdülbâkî ÇİMİÇ
Risale-i nur talebeleri hangi dairede olursa olsunlar onları seviyorum.Her meselede her bir fikre ise iştirak edemiyorum. Risale-i nur külliyatı içindeki metin,cümle, kelime ve ifadeler siyak ve sibakıyla benim için önemlidir.Bandrol ile risale-i nura takılan kelepçe sandıkda verilen rey ile çözebilecek mi? . Halbuki Risale-i nura hücum doğrudan doğruya kimin hesabına geçtiği malum.Davut-Talut kıssasındaki nehir ile imtihan,veya uhuddaki okçuların imtihan örnekleri bize ip uçları veriyor.dikkate sevk ediyor. Nehirden su içenler,talutu iyi biliyorlardı ve agustos sıcağında nehirden geçerken içtikleri su karınlarını şişirdi ve yolun çoğunu gitmişken, kaybedenlerden oldular. Uhuddaki okçularda sahabe (RA.)idiler ve peygamber (ASV). pek çok seviyorlardı. ufak bir zan ve ihmal diğer sahabey-i güzine (RA) pek büyük zarar verdi.risale-i nuru bildikleri halde, zanna kapılıp siyasi istikamet değiştirenler bu güne kadar çok oldu. pek çoğunun pişmanlıkları da malum.Satırdan okumak, inceden inceye satır arasındaki şahs-ı maneviyi mahiyetiyle görebilmek,dikkate değer takdire şayandır .””Eşref Edip kırk seneden beri iman hizmetinde benim arkadaşım ve Sebilürreşad’da makale yazan ve şimdi vefat eden çok kıymetli kardeşlerimin mümessili ve hakikî İslâmiyet mücahidlerinden bir kardeşimdir. Ve Nurun bir hâmisidir. Ben vefat etsem de, Eşref Edip Nurcular içinde bulunmasıyla büyük bir teselli buluyorum.
“Fakat Nur Risalelerinin ve Nurcuların siyasetle alâkaları yok. Ve Risale-i Nur, rıza-i İlâhîden başka hiçbir şeye âlet edilmediğinden, mümkün olduğu kadar Risale-i Nur’un mensupları, içtimaî ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar. Yalnız Sebilürreşad, Doğu gibi mücahidler iman hakikatlerini ehl-i dalâletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için, ruh u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz-fakat siyaset noktasında değil. ” (Emirdağ lahikası:281) Acaba,!… dindar, cevval , gayretli ve faal bu muhterem insanların iman hizmeti takdir edilirken,siyaset noktası niçin üstad tarafından tasvip görmüyor,bunun hak ve hakikat namına önce nur talebeleri tarafından tahlili gerekli. Yeniasya gazetesi ve okuyucuları hep bu tahlilleri yaparak geliyorlar.Anlayanlar oluyor,anlamayanlar oluyor, herkesin her bir meseleyi anlaması mümkün değil.kardeşlerimizin yanlış basmaması için üstadımız pek çok hakikate ışık tutmuştur ve bize yol göstermiştir. Bu bir nevi risale-i nurun şahs-ı manevisini ilm-i siyaset kısmıdır ve siyaset alemindeki vazifeye bakıyor. Demek Risale-i Nurun ve onun şahs-ı manevisinin siyasi noktada bir vazifesi var ki üstadımız bu noktayı da %1 lik bir meseleyi de açık bırakmamış, sınırlarını tespit ve tayin etmiştir ve dikkatimizi çekmiştir. vesselam