“Şu dünya ise bir çöldür.” Bağ değil, bahçe değil; sahil değil, kumsal değil. Çöl! Ne kadar yakıcı bir gerçek, değil mi?
Dünya sahrasında seyehat ediyoruz; bir an önce,kazasız belasız menzil-i maksûda varmamız gerekirken oyalanıyor, sanki çölde sonsuza kadar kalacakmışız gibi ebedî ikâmetgâhımıza gitmemek için ayak diretiyoruz. Oysa, kim çölde bir ömür boyu yaşamak ister ki?
Hem istesek ne olur; yolculuk devam ederken bizi çölde durdururlar mı?
Hem çöl sanki yaşanacak bir yer midir?
Çöl ıssız, çöl yakıcı, çöl susuz, çöl vahşidir; orada oyalanmak olmaz. Bir an önce daha rahat bir hayatın olduğu yere merak ve hareket gerekir. İstek ve arzu ve de iştiyak gerekir.Bu fıtratın da bir zarûreti olsa gerek. Birinci Söz’de çöl ile fıtrata muvafık bir metod da gösterilmiş oluyor. Çölde görülen serabın peşine takılp da vadi vadi koşturanın sonu,maksuduna ulaşamadan bir gün susuzluktan ölmek olur. İşte bu da Birinci Sözdeki kıssadan alacağımız bir başka hisse olsa gerek.
Çöl, dünya sahrası olarak bize hakîkî bir hayatın arkasını ihtar ediyor ve oraya göre hazırlanmamızı ve bu dünya sahrasında ebedi kalamayacağımızı, sahranın arkasında ise çölden daha mükemmel bir memleketin var olduğunu gösteriyor.
Dünya çok fettandır. Fânî ve fenâ cihetiyle fitne ve fesada insanı teşvik eder, nefsin fenalık yapmasına onu ayartır.Çünkü caziptir. Câzibeli ve kendine ebedî kalacak gibi nefisleri çeker.
Bu nedenledir ki dünyanın âşığı çoktur, sonsuz isteklerini ise elde edeni yoktur. Düya ne kimseye yâr olmuş, ne de kimseyi kendine yâr etmiştir.Cazip ve süslü fâni ve nefsânî tarafına binlercesini âşık eder, peşinden koşturur. kendine âşık olan hiç kimsenin aşkına mukâbele de bulunmaz; peşinden koşturur, ancak kimseye yâr olmaz ve kimse onda enedî kalamaz.
Bir tebessüm ettirse, bir zevk tattırsa, binlerce kez elem çektirir, gözyaşı döktürür. Ne insanlar onun yolunda heder olmuş, ne ömürler onun yolunda fedâ olmuş, ne gençler ve kuvvetliler onun yolunda devrilmiş gitmişlerdir.Fâni ve geçici olan dünyanın bu yüzü herkesi kendisine yakın etmeye çalışmış, ancak kendisi herkesten uzak kaçmıştır.
Her kalbî kendisine çekmeye ve bağlamaya çalışmış, ancak gönlünü kimseye bağlamamıştır.O devamlı dost görünen gizli bir hırsız gibi gönül çelmiş, ancak kimseye gönül vermemiştir.
Onun içindir ki onun muhabbeti, esassız ve temelsizdir. Çekiciliği ve güzelliği sûrîdir, cazibesi geçicidir. Sen ona ne kadar sadâkat edersen et, o sana ihânet eder. O fâni dünya aldatılmaya tahammül etmez, ancak kendisi hep aldatmıştır.Ona bel bağlayanları hem mahcup ve telâfisi mümkün olmayan neticelere götürmüştür.
Öyleyse o aldatır,ancak aldanmaz.Hep o kârlı çıkmıştır,ona bel bağlayanlar zararda kalmıştır.Öyleyse o tıpkı çölde görülen bir seraba benzer.Peşinden koştukça o hep kaçar ve kimse onun sûrî cazibesinden hakîkî olarak istifâde edemez.İnsan ona kaştukça derin bir çukura doğru kulaç attığının farkında değildir.Susuzluğunu dindireceğini sanılır, ancak bilakis o kaçışı i,le hep uzağa düşer.Çünkü onun görüntüsü hep izâfîdir. Hakîkât ile hiç bir ilgisi yoktur. O yalanın ve hatanın tâ kendisidir. Güzel görünür, ancak güzelliği boyalı çürük bir duvar gibidir.Yani görüldüğü gibi hiç değildir.
Öyleyse bu kadar yalancı ve oyalayıcı dünya çölü ve sahrası elbetteki bizlere çok şeyler anlatıyor olmalıdır.
Abdülbâkî ÇİMİÇ