Sohbette insibağ ve in’ikâs vardır

Sohbette insibağ ve in’ikâs vardır

Risale-i Nur sohbetleri hem ilimdir, hem marifettir, hem huzurdur, hem zikirdir, hem de fikirdir. Sohbet-i Resulullah, iksir-i mânevîdir. Bu mânevî te’sir Risale-i Nur sohbetlerine de in’ikas etmiştir. Çünkü sohbette insibağ ve in’ikâs vardır. Sohbetler hayt-ı nurânîdir. Bizleri tâ asr-ı saadete rapteder. Risale-i Nur’un yolu da hem sahabe mesleği, hem de sohbet yoludur. Risale-i Nur sohbetleri insanı inbisat ettirir. Bu inbisat enfüsten afaka doğrudur. Sohbetlerde insan ruhî, kalbî, vicdanî bir inkılâp yaşar. Bu sohbetler gafleti dağıtacak bir intibah-ı ruhî iklimini yaşatır. Sohbette inbisatın iki cephesi vardır. Bunların birincisi mütekellime bakar, ikincisi muhataba bakar.

Sohbette inbisatın mütekellime bakan ciheti

Mütekellime lâzım olan inbisat fikirde derinliktir. Bir nur talebesinin konuştuğu mesâil bütün kâinat ile alakâdardır. O mesâil onun fikriyatından massedilecek. Nur talebesinin fikriyatı deryalar kadar derin, semalar kadar engin, okyanuslar kadar derin olmak gerektir. Fikirde ufuk olacak. Bu ufuk fikrî derinliktir. O ufuk, ufk-u âlâya uruç etmeli. İdrakte ufkun hedefi melekût âlemi olmalı. İnsanda imânın inkişâfı ve büyüklüğünün sırrı buradadır. Nur talebesinin idrak ufku bir umman gibi geniş olmalı. Onlar boş konuşmamalı, isrâf-ı kelâm etmemeli. Hadiseler, vak’alar daha ortaya çıkmadan meseleleri idrak edebilmeli. Cahil ise o hadise ve vak’aları ancak gözü ile görünce anlar. Aradaki fark-ı azim nurlu sohbetler ile elde edilebilir. Şahsi okumalar elbette önemli, ancak yetmez. Şahsî bir akıl, cemâatle on akıl ile okuyorsun. İdrak sohbette inkişafa başlıyor. Çünkü zaman şahıs zamanı değil, şahs-ı mânevî zamanı. Şahsî okumak güzeldir. Ancak insanı vartalara atabilir. Enaniyet mikrobu “sen neymişsin” vartasına düşürebilir. Halbuki mevcudat ve mahlûkatın zahirine taalluk eden ilimler hakikat çarşısında muteber değildir. O ilimleri Risale-i Nur ile marifetullah ilmine çevirmek lâzım. Hızır(a.s)’ın malumatı melekût âlemiyle ilgili. Zahir değil, batın ilmi. Musa (a.s) daire-i imkân ile meşgul değil, daire-i vücub ile meşgul. Daire-i imkâna bakmıyor. Onun için bazı şeylerin hakikatini Hızır (a.s) bildiği halde, Musa (a.s) bilmiyor. O malum yolculukta eşyanın ve hadiselerin melekûtunu bilmediği için Hz. Hızır(as)’a itiraz ediyor. Ledünniyat ilmine mazhariyat, hakikat ilmine vasıl ediyor. Bediüzzaman, ulûm-u evvelin ve ahirin, ledünniyat ve hakâik-ı eşyaya, esrar-ı kâinata ve hikmet-i İlâhiyeye vâris kılındığı için sohbetlerde ve şahs-ı mânevîde bu sır inkişaf ediyor. Bu hakikate binaen Risale-i Nur birçok esrar ve ledünniyat taşıyor. O mânevî eserler, kitab-ı ledünniyattır.

Sohbette inbisatın muhataba bakan ciheti

Sohbetlere katılan muhatap bütün kapılarını bu hakikatlere açmalı. Kapılar kapalı olunca o mânevî ruh sarayına girilmez. Ruh, kalb, akıl, vicdan, idrak, şuur, hayal, fikir, sır, hafi, ahfa… hepsini hakikatlerle doldurmak gerekir. Bal petekleri boş kalırsa oradan bal süzülmez. Bal kavanozunun dışını yalamakla da o baldan lezzet alınmaz. İllâ kavanozun kapağını açıp balı tadacaksın. İnsan sohbette inkişaf edecek hakikatlere karşı hazır olmalı. Muhatabın halita-i ruh cevheri hakikate müheyya olmalı. Eğer muhatab hakikate teveccüh etmezse, hazır olmazsa, o muhataba evliya-i izam dahi konuşsa fayda vermez. Risale-i Nur, ihtiyacını şiddetli hissedenlere tiryak oluyor.

Abdülbâkî çimiç

[email protected]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir