İslâmiyette en kıymetli ve en lüzumlu esâs, ihlâstır.1 Hakîkat ve velâyet yollarının ve tarikat şubelerinin en mühim esâsı, ihlâstır. Çünkü insan, ihlâs ile hafî şirklerden halâs olur. İhlâsı kazanmayan, o yollarda gezemez.2 Öyleyse ihlâs, İlâhî bir nurdur. O nurun batın-ı kalbe in’ikas etmesi, sadâkatli sırr-ı ihlâstan takattur eden dâvâdaki muhtelif mir’at-ı marifet ve mezaya vasıtasıyla olur.
İbâdetin ruhu, ihlâstır. İhlâs ise, yapılan ibâdetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir fayda ibâdete illet gösterilse, o ibâdet bâtıldır. Faydalar, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.3 Mesleğimizin esâsı, âzamî ihlâs ve terk-i enâniyettir. İhlâslı bir dirhem amel, ihlâssız yüz batman amele müreccahtır.4 Çünkü, vasıta-i halâs ve vesile-i necat olan yalnız ihlâstır. İnsan bazen “a’mâl-i salihanın ruhu, esâsı, ihlâs olduğunu derk etmiyor.”5
Sırr-ı ihlâs, sırr-ı esmâya istinad ediyor. Sırr-ı esmâdan ism-i Kayyum’a, cilve-i cemalden makàm-ı Mahmud’a dayanıyor. Sırr-ı ihlâsın anahtarı, vahdaniyet sırlarına ve marifetullah mi’raclarına uruc ettiren Risâle-i Nûr’un Nur deryasında bulunur. Sırr-ı ihlâs öyle bir nur ki hem medâr-ı necat, hem de medâr-ı rızâ olabilir. Belki bir mevhibe-i İlâhiye olan o esrâr, halis bir niyet ile ve dünyadan ve huzuzât-ı nefsâniyeden tecerrüd etmek vesîlesi ile o feyizler gelebilir.6
Risâle-i Nur’un dâvâsı cadde-i kübrâ olarak verâset-i nübüvvet ve velâyet-i kübra sırrıyla fazîlet-i külliyenin dâvâsıdır. Fazîlet-i külliyeye sahip olmak için ihlâs ve sadâkatin doruk noktasına ve zirvelerine çıkmak elzemdir. İhlâs ve sadâkatin zirvesine çıkamayan kimse fazîlet-i külliyeye vâsıl olamaz. İnsan, sırr-ı ihlâsa, fenâdan tecerrüd edip, kâinata tamâmen esmâ ve sıfat-ı İlâhinin âyinesi olarak nazar etmek, cemal ve kemâl-i İlâhiyi müşâhede etmekle kavuşur. Bu sırr-ı ihlâsa tam mazhar olmak, ancak Sahâbe-i Kirama nasip olmuştur. Çünkü Sahâbeler iksir-i nurânî olan Efendimizin (asm) sohbetinden direkt ders almışlar ve bu Nûr Asr-ı Saâdetten âhirzamânda Nûr Talebelerine in’ikâs etmiştir. Onun içindir ki Risale-i Nur mesleği, Sahâbe mesleği ve onun bir cilvesi olmuştur. Bununla berâber Nur Talebeleri Üstâdlarından aldıkları ders-i hakîkate binâen Risale-i Nur’u değil dünya siyâsetine, belki kemâlât-ı mâneviyeye ve makàmat-ı âliyeye âlet etmezler. Çünkü Risâle-i Nur’u, herkesin hoş gördüğü saâdet-i uhreviye ve Cehennemden kurtulmaya vesîle etmemek ve yalnız emr-i İlâhî ve rızâ-yı İlâhîden başka hiçbir şeye âlet etmemek bu zamanda Nurun hakîkî kuvveti olan sırr-ı ihlâs-ı hakîkîyi muhâfaza etmeye onları mecbur etmiştir. Bu sır içindir ki Nur Talebeleri, “kutbiyet derecesinde bir mertebe-i ulviyeyi ve yüksek bir şeref-i imtiyazı bırakıp, Risale-i Nur dairesindeki sırr-ı ihlâsı muhâfaza ve hazz-ı nefisten teberrî etmiştir.”7 Çünkü Risâle-i Nur’daki sırr-ı ihlâs, yüzde doksan ihtimaliyle de olsa böyle makàma talib olmamaklığı iktiza ediyor.
Asr-ı Saâdet dışında, zaman içinde en halis insanlar âhirzamân asrında Sünnet-i Seniyyenin ihyasına çalışan âhirzamân garipleridir. Fazîlet-i külliye Asr-ı Saâdetten asr-ı âhirzamâna in’ikas ederek onlara şâmildir. Sahâbelerin meslek ve meşrebi ile hizmet etmek ve o meslek ve meşrebi bir ihsân-ı İlâhi bilerek omuzlamak, âhirzamânda Efendimizin (asm) “Lâ ilâhe İllallâh” sancak-ı şerifini taşımak için müstakim ve sırr-ı ihlâsa vasıl olmak lâzımdır. Bu sırr-ı hakîkat için ihlâs-ı tâmme de yetmiyor olabilir. Bu âhirzamân asrında ihlâs-ı tammeyi kazanmak, batın-ı kalbi masivadan tecerrüd ile ancak mümkündür. Öyleyse masivaya meyl-i muhabbet ve hubb-u dünyadan tecerrüd için kalbî ameliyat-ı cerrahiye, sırr-ı ihlâstır.8
(Haftaya devam edeceğiz inşaallah.)
Dipnotlar:
1- Lem’alar, 2006, s: 463
2- Mektubat, 2006, s: 762
3- İşaratü’l-İ’câz, 2006, s: 230
4- Tarihçe-i Hayat, 2006, s: 1071
5- Lem’alar, 2006, s: 386
6- Mektubat, 2006,s: 116–117
7- Kastamonu Lâhikası, 2006, s: 380
8- Risale-i Nur ve Nurdan İlhamlardan istifade edilmiştir.