Şeriat-ı İslâmiye

Sosyal hayatta bir işte muvaffak olmak isteyen Allah’ın kâinata koymuş olduğu fıtrî şerîat olan yaratılış kânûnlarına veya sünnetullah da dediğimiz kevnî kânûnlara uygun hareket etmesi gerekmektedir. Sosyal hayatın heyetlerinin bağlarına dikkat etmesi gerekir. Fıtrat kânûnlarını tanıyarak onlara uygun hareket edilmelidir. Aksi bir durumda yaratılış kânûnları olan fıtrat muvaffakiyetsizlikle cevap verecektir. Öyleyse içtimâî ve topluluğa âit heyette, umûmî cereyana yâ’ni yaratılış cereyanına zıt hareket etmemek lazımdır. Muhâlefet edenler ise dolabın üstünden düşer gibi dahası altında kalır ve ezilir. Fıtrata karşı mücadele edilmez. Çünkü fıtrat fıtrî olmayanları reddeder.

Efendimiz (asm)’in getirdiği şerîatın hakîkatleri ve prensipleri fıtratın yaratılış kânûnları ile dengeyi korumuştur. Çünkü kâinat boşluk kabul etmez şekliyle yaratılmıştır. Dînî ve kevnî şerîata birlikte uyulmalıdır ki saadet-i dareyn olsun. Sanırım fıtrî şerîatı atladığımız için aksiyle ceza görüyoruz.

Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın getirdiği şerîatın hakâiki sosyal hayatın rabıtalarını, bağlarının lüzûmlu münâsebetlerini bozmamıştır. Onların müspetlerini kabûl etmiş, bozuk olanları ise tashih etmiştir. Böylece o şerîatın hakâiki zaman uzadıkça aralarındaki yakınlık ve bağ kurmuştur. İslâmiyet insanlık için fıtrî ve yaratılışa uygun bir dindir. Çünkü insanlığın bütün ihtiyaçlarına cevap vermiştir. Onun için içtimâî hayatı sarsıntılardan koruyan yegâne bir sebeptir.

İslâm şerîatı, İslâm dinindeki emir ve yasaklarla ilgili kânûnlar düzeni aklî deliller üzerine te’sîs edilmiştir. Bu nedenle Şerîat-ı İslâmiye tüm prensiplerini akla tasdik ettirir ve aklî bürhanlar üzerine te’sîs edilmiştir. Bu şerîat, ulûm-u esâsiyenin yani esâsa ait ilimler, asıl ilimler, temel ilimlerin hayati noktalarını tamamıyla içine almış olan ilim ve fenlerden meydana gelmiştir. Bedîüzzamân bu mânâda şu ta’rifi yapmaktadır:

”Evet, tehzibü’r-rûh, riyâzetü’l-kalb, terbiyetü’l-vicdan, tedbirü’l-cesed, tedvirü’l-menzil, siyâsetü’l-medeniye, nizâmâtü’l-âlem, hukûk, muamelât, âdâb-ı içtimâîye, vesâire vesâire gibi ulûm ve fünûnun ihtivâ ettikleri esâsatın fihristesi, şerîat-ı İslâmiyedir.” (İşarat’ül İ’caz-2001-s:166)

Bu kavramları açacak olursak;
•Tehzibü’r-ruh (Ruhun ıslahı, ruhun temizlenmesi.)
•Riyazetü’l-kalb (Kalb terbiyesi, kalbi kötü arzu ve isteklerden uzak tutma.)
•Terbiyetü’l-vicdan (Vicdanın terbiyesi)
•Tedbirü’l-cesed (Cesedin idaresi)
•Tedvirü’l-menzil (Ev idaresi)
•Siyasetü’l-medeniye, (İdare, yöneticilik, devlet idaresi)
•Nizâmâtü’l-âlem (Dünya işlerinin düzenlenmesi.)
•Hukuk (Şeriat kitaplarında yazılı olan haklar, kanunlar ve kaideler)
•Muamelât (Fıkıhta şahıs ve aile hukuku, aynî haklar, miras, ticaret, borçlar ve iç hukukuyla ilgili konular.)
•Adâb-ı içtimaiye (Sosyal hayata, toplum hayatına ait kurallar, terbiyeler.)

Yukarıda sıralanan kavramlar şeriatın şümulüne dâhil olan hakikatlerdir. Bu kadar ince hakikatleri tazammum eden şeriat-ı islâmiyeyi dar bir daireye hapsetmek elbette doğru olmaz.

Şerîat-ı İsâamiye aynı zamanda, lüzûm görülen ayrıntılı meselelerde ise ihtiyaca göre izâhatta bulunmuştur. Çünkü ayetin manasıyla “Kuru ve yaş ne ararsanız apaçık bir kitapta vardır” buyuran Yüce Allah’tır. Yine ayrıca Efendimiz (asm)’in hayatı ile şerîatın tüm meseleleri yaşanarak açığa çıkmış ve açıklanmıştır.

Şerîat-ı İslâmiye lüzumlu olmayan yerlerde veya zihinlerin kabiliyeti olmayan meselelerde veyahut zamanın kabiliyeti olmayan noktalarında yani istikbâle ait hâdiselerde ve insanlığın terakkisine sebep olan ilim ve teknolojik gelişmelerde, bir fezleke yani öz, özet ile icmal etmiştir yani kısaltma, özetleme, kısaca anlatma ile iktifa etmiştir.

Şerîat-ı İslâmiye esasları ortaya koymuştur fakat o esâslardan alınacak olan hükümleri veya esâsa bina edilecek olan füruatı, ayrıntıları akıllara havale etmiştir. O akıl ise ortak akıl dediğimiz şura ve istişare ile oluşan ihtisâs ehillerince oluşan heyetleri zarûrî kılmaktadır. Çünkü şerîat o füruatı akıllara havale etmiş Allah’ta o füruatın esasata bina edilmesini ayetlerle şura ve istişare ile yapılmasını emretmiştir.

Böyle bir şeriatın ihtiva ettiği fenlerin üçte birinin bile şu yaşadığımız ilerleme zamanında, en gelişmiş ve medeni yerlerde bile en zeki bir kişide bulunamayacağı açıkça ortaya konmaktadır. Onun için mütesanit heyetler diyoruz ve taksimü’l amel diyoruz, teşrik-i mesai diyoruz, şura, istişare ve meşveret diyoruz. Bunları içine alan hakiki ve dindar Cumhuriyet diyoruz, demokrat manasındaki meşrutiyet diyoruz.

Bâkî ÇİMİÇ

[email protected]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir