*Nasıl mükemmel, muntazam, san’atlı, saray gibi bir eser, bilbedâhe, muntazam bir fiile delâlet eder.
*Yani, bir bina, bir dülgerliğe delâlet eder.
*Ve mükemmel, muntazam bir fiil, bizzarure, mükemmel bir fâile ve mahir bir ustaya, bir dülgere delâlet eder.
*Ve mükemmel usta ve dülger ünvanları, bilbedâhe, mükemmel bir sıfata, yani san’at melekesine delâlet eder.
*Ve mükemmel sıfat ve o mükemmel meleke-i san’at, bilbedâhe, mükemmel bir istidadın vücuduna delâlet eder.
*Ve mükemmel bir istidat ise, âli bir ruh ve yüksek bir zâtın vücuduna delâlet eder.(Otuz Üçüncü Söz )
Mükemmel bir eser, mükemmel bir işi ve fiili gösterir. Mükemmel bir fiil ise, mükemmel bir faili isimleriyle bizlere gösterir. Çünkü mükemmel bir fiil, mükemmel bir faili istilzam eder. Failsiz bir fiil, mümkün değildir. Fiillerin güzelliği, isimlerin güzelliğinden gelir. Mükemmel bir isimle iş yapmak, mükemmel sıfatlardan kaynaklanır. Çünkü isimlerin kaynağı sıfatlardır. Sıfatların kaynağı ise, şuundur. Yani mükemmel bir kabiliyet, bir yetenektir. Bütün bu yetenek ve kabiliyetin yeri ise vücuttur, Zattır. Demek ki mükemmel bir zatta mükemmel bir kabiliyet, ince ruha sahip olma özelliği vardır. Bunun sonucunda mükemmel sıfatlar ortaya çıkar. Bunlardan ise mükemmel isimlere sahip bir fail olduğu görünür. Bu mükemmel fail de, mükemmel fiillerle mükemmel eserler meydana getirir.
Âlemde görünen bütün eserler, ilâhi fiillerle meydana gelir. Yani Allah’ın iradesi ve kudretiyle vücut bulur. Her şeyi en güzel surette Allah yaratmıştır. Bu eserler O’nun mükemmel fiillerle iş yaptığını gösterir. Bu fiiller ise bütün isimleriyle beraber, mükemmel bir faili gösterir. İlâhi isimlerin kaynağı, ilâhi sıfatlardır. Sıfatların menbaı ise, tabirinde aciz olduğumuz ve şuunaat-ı İlahiye dediğimiz kutsi mânâlardır. Şuunatın mükemmelliği ise, Zatın mükemmelliğini akla, kalbe ve ruha itminan ile yerleşir.
Mükemmel, muntazam, san’atlı, bir bina ve eserde ilk görülen o eserde tezâhür eden fiildir. Yanî tezyînât, tanzîmât ve san’at, ilk görülen fiillerdir.
Ustalık, bir mahâret ve beceri ister. Her insan usta olamaz. Öyleyse ustalık için ayrı bir ilim ve beceri kesbetmek ve meleke kazanmak gerekir. İşte o meleke, bir istidâd ve kâbiliyeti gösterir. Demek kâbiliyetli bir kişi, o kâbiliyetlerini kullanarak usta olmuş ve ustalıktan tezâhür eden fiilleri ile binayı veya bir sarayı yapmıştır.
Ustalık, bir ünvândır. Çünkü o usta, bina ustalığı ile bilinir ve tanınır. Bina ustalığındaki harîka kâbiliyetleri ve becerileri onu usta ünvânına taşımıştır. İşte bu ünvân, o kişinin sıfatıdır. Sıfat daha şümûllüdür. Ustalık ünvânı içersinde binadaki bir çok iş yapabilme melekeleri vardır. O melekelerinin hepsi, o ustada vardır. O sıfatlar ve bütün beceriler ustanın evsâfıdır.
Eğer bir ustanın mükemmel sıfatları ve sanat becerileri varsa, demek ki bu usta çok şümûllü istidâda ve kâbiliyetlere sahiptir. Çünkü potansiyel olarak kendisinde bu kâbiliyetler bütünü olmasaydı, o meleke-i san’âtı ve becerileri kazanamazdı. Öyleyse bu usta çok yüksek bir istidâda sahiptir. Yüksek ve mükemmel istidâda sahip ise, öyleyse bu usta yüksek ve yüce bir rûha sahiptir. Çok onurlu ve bütün fiilleri, isimleri, ünvânları, sıfatları, istidâdları ile o usta yüce ve âli bir rûh taşıyor, anlaşılır. İşte böyle bütün mükemmel özellikleri kendinde toplayan biri, mükemmel bir zât olabilir. Çünkü âli bir rûh, yüksek ve büyük bir zât olduğunu ispat eder.
Öyleyse “Eser, fiile; fiil, ustaya; usta, sıfata; sıfat, istidada; istidad, âli bir rûha; âli bir rûh, yüksek bir zâtın vücûduna delalet eder.” İşte, bütün âlemdeki âsâr-ı san’at ve bütün mahlûkat, herbiri birer eser-i mükemmel olduğundan, herbiri bir fiile; ve fiil ise isme; isim ise vasfa; ve vasıf ise şe’ne; ve şe’n ise zâta şehadet eder. Fâilsiz bir fiil ve müsemmâsız bir isim mümkün olmadığı gibi, mevsufsuz bir sıfat, san’atkârsız bir san’at dahi mümkün değildir.
Abdülbâkî ÇİMİÇ