İşte, ey kardeşlerim ve ey hizmet-ı Kur’ân’da arkadaşlarım! Bir kaleyi fetheden bir bölüğün çavuşuna bütün şerefi ve bütün ganimeti vermek nasıl zulümdür, bir hatadır. Öyle de, şahs-ı mânevînizin kuvvetiyle ve kalemlerinizle hâsıl olan fütuhattaki inâyâtı benim gibi bir biçareye veremezsiniz.( Mektubat–2004,s:632,Y.A.N.)”
Şahs-ı mânevî için aşağıdaki ifadeler de hakikaten bütün müşküllerimizi çözüyor diye düşünüyorum. Hatta yıllardır Risale-i Nurlara muhatap olanların hizmet tarzları noktasında kullandıkları cümlelerin ne kadar tekellüflü ve zorlamalı olduğunu görüyoruz. Eğer meseleyi şahs-ı mânevî noktasından Üstadımızın izahları çerçevesinde anlamaya ve değerlendiremeye gayret edebilseydik zahiri ayrılıkların acısını bu derece hissetmemiş olabilirdik. Ancak yine de Risâle-i Nûrlar terbiye etmiş ve irşad vazifesini ifa etmiş ki bu ayrılıkları maksatta birlik olarak kabul etmişiz ve o maksatta birliğe hizmet etmekte vesilelerin ve vasıtaların farklı olduğunu görmüşüz. Değerlendirmelerimizi de her zaman bu maksat birliği noktasında yapmaya gayret etmeliyiz. Çünkü “Ey dinî cemiyetler! Maksadımız, dinî cemaatlar maksatta ittihad etmelidirler. Mesalikte ve meşreplerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira taklit yolunu açar ve “Neme lâzım, başkası düşünsün” sözünü de söylettirir.( Hutbe-i Şâmiye–1996,s:105,Y.A.N.)” hakikati rehberimizdir.
Burada önemli bir hakikati daha paylaşmak istiyorum. Bediüzzman’ın bu noktada bir iddiası vardır.” Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir.”Ancak bu cümle burada bırakılır ve devamı okunmazsa bizi epey zorlayacaktır. Devamında ise “Eğer anlamasa da, madem Risale-i Nur şakirtlerinin bir şahs-ı mânevîsi var; şüphesiz o şahs-ı mânevî bu zamanın bir âlimidir. (Lem’alar–2005,s:404,Y.A.N.) “ Evet, meseleyi şimdi daha iyi anladık ve rahatladık. Eğer anlamasak da Risâle-i Nûr şakirtlerinin bir şahs-ı mânevîsi olduğu ve o şahs-ı mânevînin bu zamanda bir âlim olduğu ve o âlimin tasarrufunun ise ferîd makamına mazhar olduğunu biliyoruz.
Bedîüzzamân o şahs-ı mânevîyi nazara alıyor ve izahlarına bu noktadan yaklaşıyor ve şu cümleyi söylüyor.”Sizin kalemleriniz ise, o şahs-ı mânevînin parmaklarıdır.”Burayı tahlil ettiğimizde çok ince sırlar inkişafa başlıyor. RRisâle-i Nûr hizmetinde artık şahıs yok ve şahs-ı mânevî var. Öyleyse Üstadın tabirince Risâle-i Nûrları yazan kalemler o şahs-ı mânevînin parmakları hükmündedir. Bir insanda nasıl ki parmaklardan başka diğer aza ve hasseler var ise Risâle-i Nûr şakirtlerinin şahs-ı mânevîsinde de o kadar aza ve hasseler vardır. Nasıl ki el göze, göz kulağa, kulak ise dile hükmetmiyor ve vazifelerinin önüne tekaddüm etmeyerek muavenetine yardım ediyorsa, elbette ki Risâle-i Nûr hizmetinde de her bir aza ve hasse bir vazife yapıyor ve o insan-ı kâmil sıfatına layık şahs-ı mânevînin hayatı ve devamı için çalışıyorlar. Göz ele ben görüyorum sen niçin görmüyorsun diyebilir mi? El göze ben yazıyorum sen niçin yazmıyorsun diyebilir mi? Hakeza… Demek her bir aza ve hasse kendi kabiliyeti miktarınca zerre kadar vazifesinde inhiraf etmeyerek hakiki maksatları olan neticeye yani bütün ehl-i imanı sahil-i selamete götürmeye çalışıyorlar.
Evet, şahs-ı manevi bütün aza ve hasseleriyle vazifesini deruhte ediyor. Bizlere ise sadece bunu hissetmek kalıyor. Bu davada ne yazan çok karda ne de yazamayan zararda. Bu davada ne koşan, neşreden ve okuyan çok karda ne de bunları yapamayan zararda. Ve hakeza… Çünkü şirket-i mânevîye çalışıyor. Önemli olan “Emvâl-i uhreviyede sırr-ı ihlâs ile iştirak ve sırr-ı uhuvvet ile tesanüd ve sırr-ı ittihad ile teşrikü’l-mesâi, o iştirak-i a’mâlden hâsıl olan umum yekûn ve umum nur herbirinin defter-i a’mâline bitamâmihâ gireceği, “(Lem’alar-2005,s:399,Y.A.N. ) sırrının tahakkuk etmesidir.
Şimdi ben, biz olmak zorundadır.Risâle-i Nûrların hayatımıza küllî olarak yansıması ve mâkes bulması için önce bu sırra ulaşmamız gerekiyor. Çünkü bu davada artık şahıs yok, şahısların ferdî imtiyazı da yok anlıyoruz. Bütün haseneler şahs-ı mânevînin ve bütün seyyieler ise şahıslarındır. “Ben ümmî ve kalemsiz olduğum için, sizin kalemleriniz benim kalemim sayılır.” Diyen bir Üstada muhatabız artık. Hâlbuki Üstadımız bütün bütün kalemsiz değildi. Ancak kendisini ümmî telakki ediyor ve kardeşlerinin meziyetleri ile iftihar ediyor ve onların çalışmalarının şahs-ı mânevî havuzuna dâhil olduğunu söylüyor.
İhlâs Risâlesinde bu manalar şöyle ifade edilmektedir.” Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır. Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârâne uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkit edip, sa’ye şevkini kırıp atâlete uğratmaz. Belki bütün istidatlarıyla birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler; hakikî bir tesanüd, bir ittifakla gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre miktar bir taarruz, bir tahakküm karışsa, o fabrikayı karıştıracak, neticesiz, akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak. İşte, ey Risale-i nur şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz. Elbette, dört fertten bin yüz on bir kuvvet-i mâneviyeyi temin eden sırr-ı ihlâsı kazanmakla tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz.”(Lem’alar–2005,s:391,392,Y.A.N.) “
Öyleyse ne yapmamız gerekiyor? İşte Bedîüzzamân’dan reçete.” Evet, bahtiyar odur ki, kevser-i Kur’ânîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enâniyetini o havuz içine atıp eritendir.( Lem’alar–2005,s:401,Y.A.N.)”
Çözüm için ise acilen Risâle-i Nûrlarla yüzleşmek,bir murâkabe ve muhasebe ile arınmak ve Risale-i Nurlardaki sırr-ı ihlas ile keveser-i Kur’ânîye havuzunda tam havuzu elde etmek için erimek ve ondan sonra diğer hizmet cihetlerine hamletmek gerekiyor diye düşünüyorum.Çünkü mesele çok nazik,net ve açık olarak gözüküyor. Öncelikle sırr-ı ihlâs ile iştirak gerekmiyor muydu?
Abdülbâkî Çimiç
[email protected]