Şahs-ı mânevî ve hizmet pergeli…

Şahs-ı mânevî ve hizmet pergeli

Yıllar önce entelektüel bir yazar, aynı zamanda ferden zeki ve müdakkik bir zat ile bir hasbihâlimiz olmuştu. Husûsî bir sohbetimizde ferden şahsî hizmetlerini ifade etmek için şöyle manidâr bir temsil anlatmıştı. “Benim bir pergelim var. Bir ucu Risâle-i Nur’da, diğer ucu ümmet-i Muhammed’de. Onun için çağrılan her yere seminer, konferans ve panellere gidiyorum.” Diyordu. Temsil hoş ve zahiren bir hakikati ifade ediyordu. Bu temsili dinlediğim vakit güzel bir şekilde kendi tarzını ifade ettiğini düşünmüştüm. Bu sohbetten hayli zaman geçtikten sonra verilen temsilin zihnimi tırmalamaya başladığını hissetmeye başladım. Yazarımız bu temsili bir cemâate bağlı olarak değil, Risâle-i Nur’a şahsen bağlı olarak ifade etmişti. Halbuki bu zaman şahıs zamanı değil, cemâat zamanıydı. Asrın müceddidi, şahıs dâhi hatta yüz dâhi derecesinde de olsa cemâat şekline girmiş bu komitecilik ve şahs-ı mânevî-i dalalete karşı koyamayacağını ve mağlup kalacağını haber veriyordu. Hem de tek bir şahsın umum rû-yi zeminde vaziyetlerini değiştirmek, nev-i beşerdeki câri olan âdetullaha muvafık gelmediğini Bediüzzaman Hazretleri haber veriyordu. Madem zaman cemâat zamanı ve şahs-ı mânevîlerin hâkim olduğu bir zaman, öyleyse çok kerâmâta ve kemâlâta mazhar veliyy-i kâmil ünvanına lâyık bir şahs-ı mânevînin tasarrufu altına girmek ve o şahs-ı mânevî ile birlikte hizmet etmek elzem görünüyordu.

Yazarımız ise şahs-ı mânevîyi nazara vermeden kendisinin bir pergeli olduğunu ve bunun bir ucunun Risâle-i Nur’da, diğer ucunun bütün ümmeti dolaşacak ve ulaşacak vaziyette olduğunu söylüyordu. Zahiren çok muhakemeli ve ma’kul olan bu temsilde çok mühim bir tehlike ve varta saklı olabilirdi. Çünkü bu asırda madem bir şahıs dâhi hatta yüz dâhi derecesinde de olsa mağlup vaziyetinde ise, bir tek şahıs nasıl olur da pergelinin sabit ucunu Risâle-i Nur’da, diğer döner ucunu Ümmet-i Muhammed(asm)’de gezdirebilirdi? Ümmet-i Muhammed(asm) daire-i azimesi çok geniş bir daire idi. Bu geniş daireye tek başına bir şahıs yetişmeye ve ulaşmaya kalkışırsa o mühim tehlike baş gösterebilirdi. O tehlike ise geniş ve büyük ümmet-i Muhammed dairesine hamlederken Risâle-i Nur’da sabit zannedilen ucun ümmet-i Muhammed dairesine açılırken Risâle-i Nur’dan uzaklaşma ve kopma ihtimaliydi. Çünkü tek bir şahsın aciz ve zayıf hâli, o azim ve geniş ümmet-i Muhammed dairesine yetişmesi ve sabit zannedilen uca kuvve-i mânevîsi ve maddîsinin yeterli gelmesi imkânsızdı. Böylece tek başına ümmet-i Muhammede ulaşmak için kullanılan pergelin Risâle-i Nur’da olan ucunun Risâle-i Nur’dan kopması ve uzaklaşması kaçınılmaz bir netice olabilirdi.

Bu tefekkürlerimizden sonra bizler de kendimizi ifade etmek için “Bizim(benim değil) de bir pergelimiz var. Bu pergelin bir ucu Risâle-i Nur’da, diğer ucu ise hem ümmet-i Muhammede hem de bütün beşeriyete çevrilmiş durumdadır.” Diyoruz. Ancak bu pergeli tutan tek bir şahıs değil, mütesânid bir cemâatin şahs-ı mânevîsidir. O şahs-ı mânevî hem az mütehassis ki duygularıyla hareket etmiyor, ortak akıl ile hareket ediyor. Onun için tesirât-ı hariciyeden etkilenmiyor. Hem sağırca ki her söylenen sözün akla ve kalbe girmesine fırsat vermiyor. Mihenge vuruyor. Alltın çıktıysa alıyor kalbinde saklıyor, bakır çıktıysa birçok gıybeti de peşine ekleyerek sahibine iade ediyor. Hem metin ve öyle sağlam ki şuralar o şahs-ı mânevîyi temsil ediyor.

Şimdi hakîkat-i hâl böyle iken bizler de o şahs-ı mânevî pergelinin tasarrufu altında kalmak için çaba sarf ediyoruz, duâ diyoruz, koşmaya, hizmet etmeye ve yazmaya çalışıyoruz. Çünkü bütün güzellikler ve haseneler Kevser-i Kur’âniye havuzu olan şahs-ı mânevîye aittir. Kusurlar ve günâhlar ise şahıslarındır.

O metin ve sağlam, mütesânid bir cemâatin tesanüdünden hâsıl olan şuranın temsil ettiği şahs-ı mânevî, hizmet pergelinin sabit ucunu Risâle-i Nur’da daha sağlam ve müstakim tutabilir. O sağlam ve istikametli uç Risâle-i Nur’da kıyamete kadar bâkî kalabilir ve kopup uzaklaşmaz. O şahs-ı mânevînin muhafaza edip tuttuğu pergelin tasarrufu altında da bizler kıyamete kadar hem ümmet-i muhammede hem de bütün insanlığa diğer ucunu ulaştırmaya çalışırız. Bizler ölsek de o şahs-ı mânevî bâkî kaldıkça hizmetler de devam eder. Bizlere de kabrimizde nur göndermeye o mânevî şirket, iştirak-i a’mâl-i uhrevîye sırrıyla devam eder.

Netice-i kelam: Şahs-ı mânevî daha mustakim, metin ve sağlamdır. Hizmet pergelinin Risâle-i Nur’daki ucunu sabit olarak tutabilir. Kendi aciz ve fakir şahsiyetimizi ve enemizi sahs-ı mânevî havuzuna atıp eritmek gerekir. Böylece hizmet-i Kur’âniye ve imâniyeye daha sağlam ve isabetli hizmet etmiş oluruz. Şahs-ı mânevî iman ve Kur’ân hizmetini kıyamete kadar ümmet-i Muhammede ve insanlığa ulaştırmaya devam eder.

Abdülbâkî ÇİMİÇ

[email protected]

https://www.feyzinur.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir