Risâle-i Nur’un Tertip ve Tefsiri – 6

10378963_10206201499984273_3050284746448449401_nRisâle-i Nur’un Tertip ve Tefsiri – 6

“Efkâr-ı umumiye bir tefsir-i Kur’ân istiyor. Evet, her zamanın bir hükmü var. Zaman dahi bir müfessirdir. Ahval ve vukuat ise, bir keşşaftır. Efkâr-ı âmmeye hocalık edecek, yine efkâr-ı âmme-i ilmiyedir.

(Geçen haftadan devam)
Risale-i Nur Talebelerinin vazifelerinden “tertib ve tefsir”1 vazifelerini incelemeye devam edelim inşâallah.

Tertib: Dizme, sıralama, düzene koyma. Risale-i Nur’un mevzuları birbirine mürettebdir. Yani sıra ve tertib ile birbirine bağlıdırlar. Madem tertib-i eşyada bir teennî-i hikmet vardır.
Öyleyse Risale-i Nur’un da bu sırla tertibi şarttır. Böylece Risale-i Nur eserleri sarmal bir metod takip etmektedir. Hulusi Ağabey de “Nurlardan peyderpey tertib ettiğim mev’izaların neşr-ü tebliği lillahilhamd devam ediyor”2 demiştir. Yine Nur Talebelerinden Muhlis Ağabey de “Ramazanın hikmetlerinden bâhis nurlu dersin dört mev’izesi hariç, yirmi sekiz mev’ize bitti. Üstadıma tebean otuz üç aded-i mübarekinden sonra ikinci tertib adıyla yine birden ve baştan başlamak düşünüyorum”3 buyurmuşlardır. Hasan Feyzi Ağabey de “Türkçe olarak te’lif ve tertib ve tanzim olunan, müzeyyen ve mükemmel, fasih ve beliğ nüshalarının şimdiye kadar bir eşi ve bir yoldaşı görülmüş müdür?”4 diyerek Risale-i Nur’un tertibine işaret etmiştir. Risale-i Nur eserleri, Risale-i Nur müellifinin kendisi tarafından tayin edilen sıra içinde yer almıştır. Ancak Risale-i Nur’un mevzuları konu ve başlıklarına göre tasnif, tanzim ve tertib edilebilir ve edilmelidir. Hatta âyet, hadis ve Arabî ifadeler ile belli bir sıralama ve düzene koyulabilir ve tertib edilebilir. Hatta Risale-i Nur’da geçen yer ve isimler de bu tertibe dahil edilebilir.

Tefsir: Kur’ân-ı Kerîm’i veya Kur’ân’ın âyetlerini açıklamak maksadıyla mânâ bakımından izâhı, Kur’ân’ın şerhi ve yorumudur. “Kur’ân’ı tefsir edene lâzım gelir ki, gayet âli bir deha ve nüfuzlu derin bir içtihad ve bir nev’î kuvve-i kudsiye sahibi olmak gerektir. Bu zamanda öyle bir zât ancak bir şahs-ı mânevî olabilir ki, o şahs-ı mânevî, çok ruhların imtizacından ve tesanüdünden ve efkârın telâhukundan ve birbirine yardımından ve kalblerin birbirine in’ikâsından ve ihlâs ve samimiyetlerinden, mezkûr bir heyetten çıkabilir. O heyetin bir ruh-u mânevîsi hükmüne geçer.”5
Bediüzzamân Hazretleri Muhâkemât eserinde tefsir noktasında şu izahatı yapmaktadır: “Efkâr-ı umumiye bir tefsir-i Kur’ân istiyor. Evet, her zamanın bir hükmü var. Zaman dahi bir müfessirdir. Ahval ve vukuat ise, bir keşşaftır. Efkâr-ı âmmeye hocalık edecek, yine efkâr-ı âmme-i ilmiyedir. Bu sırra binaen ve istinaden isterim ki: Müfessir-i azîm olan zamanın taht-ı riyasetinde, herbiri bir fende mütehassıs, muhakkikîn-i ulemadan müntehap bir meclis-i meb’usan-ı ilmiye teşkiliyle, meşveretle bir tefsiri telif etmekle sair tefasirdeki münkasım olan mehasin ve kemâlâtı mühezzebe (lüzumsuzu çıkarılıp düzenlenmiş) ve müzehhebe (parlatılmış, parlak) olarak cem etmelidirler. Evet, meşrûtiyettir; herşeyde meşveret hükümfermâdır. Efkâr-ı umumiye dahi didebandır (gözcü, bekçidir). İcma-ı ümmetin hücciyeti buna hüccettir.”6

Görüldüğü üzere bu asır şahıs zamanı değil, şahs-ı mânevî zamanıdır. Şahıslar dâhî hatta yüz dâhî derecesinde de olsa mağlûp durumundadır. Ayrıca asrımız ihtisas asrıdır. Mütenebbih beşer aklen ikna olmak istediği gibi, kalben de mutmain olmak istiyor. Taharri-i hakikat olan beşer esir olmak istemediği gibi ecir olmak da istemiyor. Malikiyet ve serbestiyet asrında yaşıyoruz. Onun için bundan sonra Kur’ân-ı Azîmüşşanın müfessiri şahıs değil, yüksek bir deha sahibi ve nâfiz bir içtihada malik ve bir velâyet-i kâmileyi haiz bir zat olmalıdır. O zat da “bilhassa bu zamanlarda, bu şartlar ancak yüksek ve azîm bir heyetin tesanüdüyle ve o heyetin telâhuk-u efkârından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassuplarından âzâde olarak tam ihlâslarından doğan dâhi bir şahs-ı mânevîde bulunur. İşte, Kur’ân’ı ancak böyle bir şahs-ı mânevî tefsir edebilir.”7 Bu nokta-i nazardan bakıldığında “Belki, inşaallah, şu cüz’î tefsir (İşârâtü’l-İ’câz) ve altmış altı adet, belki yüz otuz adet Sözler ve Mektubat Risaleleriyle beraber mehaz olursa, ileride bahtiyar bir heyet öyle bir tefsir-i Kur’ân’ı yazsın, inşaallah”8 diyen Bediüzzaman Hazretleri artık şahısların Kur’ân’ı tefsir edemeyeceğini, etseler bile bu tefsirlerin beşeriyetin ihtiyaçlarına cevap veremeyeceğini ifade etmiş olmaktadır.

Risale-i Nur Külliyatı’nda “Yirmibeşinci Mektub” için “Telif edilmemiştir”9 ifadesi yer almaktadır. Yukarıdaki izahlara göre “Yirmibeşinci Mektub”u bir şahsın telif etmesi mümkün gözükmemektedir. Öyleyse böyle bir vazifeyi ancak yüksek ve azîm bir heyetin şahs-ı mânevî telif edebilir. Şahsen ortaya çıkabilecek olan eşhasa ise Risale-i Nur Talebeleri itibar etmezler ve öyle bir telif de Kur’ân’a hakikî bir tefsir olamaz.

Haftaya “tashih” vazifesi ile devam edelim inşâallah…

Dipnotlar:
1- Barla Lâhikası, 2006, s. 588.
2- Gayr-ı Münteşir, Muhtelif Lâhikalar, Emirdağ–1 Mektupları (Talebeler).
3- Gayr-ı Münteşir, Muhtelif Lâhikalar, Emirdağ–1 Mektupları (Talebeler).
4- Gayr-ı Münteşir, Muhtelif Parçalar, Zülfikar Mecmuası’ndan …
5- Emirdağ Lâhikası-II, 2006, s. 634.
6- Muhâkemât, 2006, s. 40.
7- İşârâtü’l-İ’câz, 2006, s. 21.
8- İşârâtü’l-İ’câz, 2006, s. 16.
9- Mektubat, 2006, s. 519.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir