Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri’nin Risâle-i Nûr’un vazîfeleri arasında çok önemli noktaların olduğunu da beyan eder:Meselâ; Risâletü’n-Nûr,”hakîkat-i İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esâs-ı velâyet ve esâs-ı takvâ ve esâs-ı azîmet ve esâsât-ı Sünnet-i Seniye gibi ince, fakat ehemmiyetli esâsları muhâfaza etmek bir vazîfe-i aslîyesidir. Sevk-i zarûretle, hâdisâtın fetvâlarıyla onlar terk edilmez.(Kastamonıu Lâhikası – Mektup No:49)” denilmektedir. Bu açıdan da bakıldığında Risâle-i Nûr’un Lisânı, Şeâir-i İslâmiye hükmünde olduğu için tağyir edilemez, o lisâna ilişmek ve hâdisatın fetvâlarıyla hareket etmek bir nevi bir’alara yardım hükmündedir ki azîm tahribata sebebiyet olur.
Ayrıca Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri “ulemâü’s-sû’un yanlış fetvâlarıyla” hareket edilmemesi gerektiğine de dikkat çekmektedir.
Çok ehemmiyetli bir mes’ele da zarûretlerden fetvâlar ile istifâde edilmesine de verdiği cevaplardır.
Emirdağ Lâhikası’nda bir mektubunda “Biz şimdi mecbûruz “Zarûretler mahzurlu şeyleri mübâh kılar.(Emirdağ Lâhikası-I)” diyenlere verdiği cevap çok ilginçtir. Mes’eleye bir de bu açıdan bakıldığında sadeleştirmeye kesinlikle fetvâ çıkmamaktadır.
Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri “Biz şimdi mecbûruz “Zarûretler mahzurlu şeyleri mübâh kılar.” diyenlere aynen şu cevabı vermiştir:
“Ben de dedim: “Çok aldanmışsınız. Zarûret sû-i ihtiyardan gelse, kat’iyen doğru değildir; haramı helâl etmez. Sû-i ihtiyardan gelmezse, yani zarûret haram yoluyla olmamışsa zararı yok.(Emirdağ Lâhikası (2))”
Üstâd Hazretleri zarûret durumunu ise şu cümlelerle izâh etmiştir:”Ekmek yemek, yaşamak gibi zarûrî ihtiyaçlar haricinde başka hangi zarûret var? Sû-i ihtiyardan, gayr-ı meşru meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd eden hareketler haramı helâl etmeye medâr olamazlar.(Emirdağ Lâhikası (2))”
Öyleyse bununla beraber zamanın ilcaatıyla zarûretler ortalıkta zannederek bazılarının bid’alara taraftarlığından dolayı Risâle-i Nûrların diline ilişmek ve benzerî filler bir nevî şeâir-i İslâmiyeyi tağyire teşebbüs hükmünde olduğu için doğru görmüyoruz. Tercüme bahane edilerek sadeleştirme de yapılabilir düşüncesi külliylen yanlış bir kıyastır. Üstâd Hazretleri bu me’eleyi kat’iyyen kabûl etmiyor. Çünkü “Dâr-ı harpte çok şeylere cevaz olabilir ki, diyar-ı İslâmda mesağ olamaz.(Yirmi Dokuzuncu Mektup)” diyerek tercümeye verilen fetvânın diyâr-ı İslâm olan bu memelekete verilemeyeceğini söylüyor.
Bâkî ÇİMİÇ
“Risâle-i Nûr’un Lisânı,Şeâir-i İslâmiyedir” için 1 yorum