Risâle-i Nur’u şerh ve izahta temel esaslar – 2
Risâle-i Nur’u şerh, izah ve tanzim… gibi vazifelerin deruhte edilmesinde bir kısım temel esaslar olması gerektiğini söylemiştik. Geçen hafta “ihlâs, sadâkat, tesânüd, meşveret” esasları üzerinde durduk. Bu hafta da “mârifet, san’at, ittifak, teârüf” esaslarını yine Risâle-i Nur açısından değerlendirmeye çalışalım inşâallah.
Bizim düşmanımız cehalet, zarûret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz.1
Mârifet: Bilgi, ilim ve marifetullaha muhatap olmaktır. Her bir eşyadaki esmâya mülaki olmaktır. Eşyaya Allah adına bakabilmek ve bilebilmektir. Kâinatı tanımak ve bu yolla bildiklerimizi marifetullaha çevirebilmektir. Kalbimizin medet dileyen ihtiyacını marifet-i Sani ile giderebilmektir. Cehalete karşı seyf-i marifet ile cihad etmektir. Öyleyse “Tenevvür-i fikir ise umumda ya marifet-i âmm veya medeniyet-i tam veya İslâmiyet’in hissiyle olacaktır. Hâlbuki binden on tane, medeniyet veya marifetle münevverü’l-fikirdir. Bu ise aheng-i terakkiyi ihlâl eder. Aheng-i ıttıradî (ahenk ve uyum) için nure’nnur (nurun nuru) olan din-i İslâm’ı menar (yol gösterici) ve rehber etmeliyiz. Ancak tâ herkes de münevverü’l-fikir gibi olsun. Zira hiss-i din ile, en âmî, en münevverü’l-fikir gibi mütehassistir (hislenendir). Fikri münevver olmasa da, kalbi münevverdir. Hissiyat güzel olursa, efkâr da müstakim olur.”2 Çünkü “tasallut-i medeniyetin zamanında âlemin hükümranı ilim ve marifettir.”3 Hem “İttihat, imtizac-ı efkârdır. İmtizâc-ı efkâr (fikirlerin uyumu), marifetin şua-ı elektriği ile olur.”4
San’at: Zarûret olan ihtiyaçlarımızı san’at silâhı ile gidermek ve her bir işte özenle ve mahâretle mütehassıs olabilmektir. Çünkü “San’atta mahâret ise, müreccahtır.”5 İhtiyaç san’ata ve merak ilme ve sıkıntı vesâit-i sefâhate hocalık edip tâlime başlarlar. Evet, fikr-i san’at, meyl-i mârifet, kesretten çıkar.6
“Her bir mü’min ilâ-i kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda en büyük sebebi, maddeten terakki etmektir. Zira, ecnebiler fünûn ve sanâyi silâhıyla bizi istibdâd-ı mânevîleri altında eziyorlar. Biz de fen ve san’at silâhıyla, ilâ-i kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehil ve fakr ve ihtilâf-ı efkâra cihad edeceğiz.”7
Öyleyse, “Fen, san’at silâhıyla cehalet ve fakra hücum ediniz!” emrine imtisâl edilmelidir. Hem de “Kılıçlarınızı fen ve san’at ve tesânüd-i hikmet-i Kur’âniye cevherinden yapmalısınız.”8 îkazına kulak vermeliyiz.
Şu esası da hiç unutmamalıyız: “Medeniyet ve san’atın hakikî üstadı, ve vesilelerin ve mebadilerin (temel prensiplerin) tekemmülüyle cihazlanmış olan şedit bir ihtiyaç; ve belimizi kıran tam bir fakr, öyle bir kuvvettir ki; susmaz ve kırılmaz.”9
İttifak: Aynı dâvâda bir araya gelerek söz ve fikir birliği etmektir. Birlik ve beraberlik ile dayanışmaktır. Ortak bir gayede anlaşmak ve birleşmektir. Çünkü ittifakta kuvvet vardır. Bediüzzaman Hazretleri “Birbirinizin elini sıkı tutmak, ittihad etmek, ittifak âleminde yaşamak gerekir. İttifakı ziyalandıran veyahut o hayat-ı akvamın deveran-ı dem yerine geçen havagazı menbâı gibi olan maâriftir.”10 der. Zira ittifak hüdâdadır, hevâda değil. Olsa da muvakkattır; zira hevâ, akrebin yuvası gibi, ağraz ve enâniyetin menşe-i intişârıdır.11 Öyleyse “Hakta ittifak, ehakta ihtilâf olduğundan, bence çok defa hak, ehaktan ehaktır.”12
Teârüf: Birbirini tanıma, tanışmadır. Aynı maksatta olan insanların birbirini tanıması ve bilmesidir. Tanışmak, gönül birliğinin en önemli aşamasıdır. Güvendir, itimattır. Hem teârüf, teâvüne sebeptir. Müslümanların bahusus teârüfle tevhid-i efkârı sağlamaları elzemdir. “Zira bu ittihat, ruhânî ve mânevîdir, sûrî ve cismanî değildir, teârüf-i ruhânî kâfidir.”13 Yani ruhen ve manen tanışmadır. Hem de “Bir nefer takımda, bölükte, taburda, fırkada birer rabıtası birer vazifesi olduğu gibi, herkesin heyet-i içtimâiyede müteselsil, revâbıt ve vezâifi vardır.”14 Bu da teârüf ve teâvünle olur. “Heyet-i içtimâîye-i İslâmiye büyük bir ordudur; kabâil ve tavâife inkısam edilmiş. Fakat bin bir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var: Hâlıkları bir, Rezzâkları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir-bir, bir, bir, binler kadar bir, bir…İşte bu kadar bir birler uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar. Demek, kabâil ve tavâife inkısam, şu âyetin15 ilân ettiği gibi, teârüf içindir, teâvün içindir; tenâkür (birbirini inkâr etme) için değil, tehâsum (karşılıklı düşmanlık) için değildir.”16 Ayrıca teârüf ticareti, teâvün iştirak-i mesâiyi intaç eder.
Haftaya devam edelim inşâallah…
Dipnotlar:
1- Eski Said Dönemi Eserleri, 2010, s. 122.
2- Eski Said Dönemi Eserleri, 2010, s. 90–91.
3- Eski Said Dönemi Eserleri, 2010, s. 176.
4- Eski Said Dönemi Eserleri, 2010, s. 280.
5- Eski Said Dönemi Eserleri, 2010, s. 237.
6- Eski Said Dönemi Eserleri, 2010, s. 384.
7- Eski Said Dönemi Eserleri, 2010, s. 51.
8- Eski Said Dönemi Eserleri, 2010, s. 164.
9- Eski Said Dönemi Eserleri, 2010, s. 335.
10- Eski Said Dönemi Eserleri, 2010, s. 28.
11- Eski Said Dönemi Eserleri, 2010, s. 43.
12- Eski Said Dönemi Eserleri, 2010, s. 580.
13- Eski Said Dönemi Eserleri, 2010, s. 87.
14- Eski Said Dönemi Eserleri, 2010, s.466
15- Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da, birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık. (Hucurat Sûresi: 13.)
16- Mektubat, 2013, s. 539.