“Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazîfeleri, ulûm-u îmâniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve îzâhlarıdır veya tanzimleridir.
Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u îmâniyedeki fetvâ vazîfesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve îzâh haricinde birşey yazsa, soğuk bir muâraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü, çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risâle-i Nûr eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır; bizler, taksimü’l-a’mâl kâidesiyle, herbirimiz bir vazîfe deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.[1]”
Şimdi hakîkat-i hâl böyle iken ne yapabiliriz?
*Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olabilirler buna mâni bir durum yok.
*Bu allâme ve müctehidlerin dahi vazîfeleri, ulûm-u îmâniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve îzâhlarıdır veya tanzimleridir.
Acaba şerh, îzâh veya tanzimden neler anlıyoruz? Bu konuyu incelememiz gerekiyor.Meselâ şerh ve îzâh için şu açıklamayı yapar Bedîüzzamân Hazretleri:”Evet, Risâle-i Nûr size mükemmel bir me’haz olabilir. Ve ondan erkân-ı îmâniyenin her birisine, meselâ Kur’ân kelâmullah olduğuna ve i’câzî nüktelerine dair müteferrik risâlelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı burhanlar cem edilse ve hâkezâ, mükemmel bir îzâh ve bir hâşiye ve bir şerh olabilir.[2]”
Daire içinden, şerh, îzâh veya tanzim harici bir şey yapanları neler bekliyor?
Böyle bir soruya da cevap:“Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve îzâh haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muâraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer.”
O halde kısaca Risâle-i Nûr’un mâhiyeti nedir? diye soracak olursak;
Bu soruya cevap da yine Risâle-i Nûr’dan geliyor. “Çünkü, çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risâle-i Nûr eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır.” Buradaki emâreler Birinci Şua ve diğer eserlerde mevcûttur.
Kısaca Bedîüzzamân Hazretleri’nin mâhiyeti ve vazîfesi nedir?
Cevap olarak yine Bedîüzzamân Hazretleri şöyle ifâde eder. “Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u îmâniyedeki fetvâ vazîfesiyle tavzif edilmişiz.” Bu emârelerde yine Birinci Şua ve diğer eserlerde ayrıntıları ile mevcûttur.
Pekâlâ, Nûr Talebelerinin vazîfesi nedir?
“Bizler, taksimü’l-a’mâl kâidesiyle, herbirimiz bir vazîfe deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.”
Bu noktalardan değerlendirmelerimize devam edecek olursak özellikle “Evet, Risâle-i Nûr size mükemmel bir me’haz olabilir. Ve ondan erkân-ı îmâniyenin her birisine, mesela Kur’ân kelâmullah olduğuna ve i’câzî nüktelerine dair müteferrik risâlelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı burhanlar cem edilse ve hâkezâ, mükemmel bir îzâh ve bir hâşiye ve bir şerh olabilir.[3] ” ifâdeleri çok net ve bir o kadar da bizlere usûl ve metod olarak neler yapmamız gerektiğini gösteriyor diye düşünüyorum.
Nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle yapılan yorumları nasıl değerlendirebiliriz? Yani şerh ve îzâh olmadığını düşündüğünüz yorumlara nasıl bakılmalıdır?
Önce Risâle-i Nûrlardan ekleme yapalım dahâ sonra düşüncelerimizi yazmaya çalışalım inşâallah.
“Kardeşlerim, enâniyetin işimizde en tehlikeli ciheti kıskançlıktır. Eğer sırf lillâh için olmazsa, kıskançlık müdâhale eder, bozar. Nasıl ki bir insanın bir eli bir elini kıskanmaz ve gözü kulağına haset etmez ve kalbi aklına rekabet etmez. Öyle de, bu heyetimizin şahs-ı mânevîsinde, herbiriniz bir duygu, bir âzâ hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilâkis birbirinizin meziyetiyle iftihâr etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyenizdir.
Birşey daha kaldı; en tehlikesi odur ki: İçinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. Ehl-i ilmin bir kısmında bir enâniyet-i ilmîye bulunur. Kendi mütevâzi de olsa, o cihette enâniyetlidir; çabuk enâniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da, nefsi, o ilmî enâniyeti cihetinde imtiyâz ister, kendini satmak ister, hattâ yazılan risâlelere karşı muâraza ister. Kalbi risâleleri sevdiği ve aklı istihsân ettiği ve yüksek bulduğu halde, nefsi ise, enâniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adâvet besler gibi, Sözlerin kıymetlerinin tenzilini arzu eder-tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın.[4]”
Burayı tahlil ettiğimizde şu hakîkatlere ulaşabiliriz.
*Risâle-i Nûr bizim işimizdir. Bu işimizde en tehlikeli olan cihetlerden birisi enâniyettir.
*Eğer işimize Allah için girmemiş isek yanî nefis hesabına ya da kıskançlık damarı ile müdahil olmuş isek müdahale eder, bozar. Yanî ihlâs gider.
*Enâniyet-i ilmiye ile bir îzâh olmamasının en önemli sırrı şu gelen cümleler olmalıdır.”Nasıl ki bir insanın bir eli bir elini kıskanmaz ve gözü kulağına haset etmez ve kalbi aklına rekabet etmez. Öyle de, bu heyetimizin şahs-ı mânevîsinde, herbiriniz bir duygu, bir âzâ hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekâbet değil, bilâkis birbirinizin meziyetiyle iftihâr etmek, mütelezziz olmak bir vazîfe-i vicdaniyenizdir.[5]”
*Üstad’a ve Risâle-i Nûrlara karşı kıskançlık damarı bulunması en tehlikeli bir haldir. Bu durum daha çok ehl-i ilimde vukû bulabiliyor.
*Ehl-i ilmi bekleyen tehlikeler ise şunlardır.” Ehl-i ilmin bir kısmında bir enâniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevâzi de olsa, o cihette enâniyetlidir; çabuk enâniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da, nefsi, o ilmî enâniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hattâ yazılan risalelere karşı muaraza ister. Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde, nefsi ise, enâniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adâvet besler gibi, Sözlerin kıymetlerinin tenzilini arzu eder-tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın. [6]”
Öyleyse bütün mesele şudur: “Bu heyetimizin şahs-ı mânevîsinde, herbiriniz bir duygu, bir âzâ hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekâbet değil, bilâkis birbirinizin meziyetiyle iftihâr etmek, mütelezziz olmak bir vazîfe-i vicdâniyenizdir.[7]” Bu duruma çok çok dikkat etmek gerekiyor. Kevser-i Kur’âniye havuzuna dâhil ve sahip olabilmek için bir buz parçası olan enâniyetimizi o havuza atıp eritmek gerekiyor. Yoksa buhar olup kaybolmak ve zarara uğramak ihtimâli çok yüksektir. İştirak-i âmal-i uhreviye düsturuna mürâat etmektir ki, o kevser-i Kur’âniye havuzundaki hasenelere ortak olabilelim.
O halde şöyle diyebiliriz. Risâle-i Nûr talebelerinin şahs-ı mânevîsine sadâkatle bağlanıp kanâat etmek ve onların genel işleyişine uygun hareket etmek sanırım şahsî görüşüm olarak en uygun metoddur diye inanıyorum.
Bâkî ÇİMİÇ
Dipnotlar:
[1] Mektubat,2005,s:725
[2] Barla Lâhikası,2006,s:588
[3] Barla Lâhikası,2006,s:588
[4] Mektubat,2005,s:725
[5] Mektubat,2005,s:724
[6] Mektubat,2005,s:724
[7] Mektubat,2005,s:724