Mehmet Fırınca ağabey hatırasında şunları anlatıyor:
-“Neşriyat esnasında Isparta’ya forma götürdüğüm bir defasında, dersten ağabeyler yeni çıkmışlardı. Üstad Hazretleri dersin sonunda şöyle bir sohbette bulunmuş. Zübeyir Ağabey taze taze nakletmişti:
“Biz, Risâle-i Nûr’un şakirtleriyiz. Saîd de, bizim gibi bir şakirttir. Risâle-i Nûr’un menbaı, madeni, esası da Kur’ân’dır. Yirmi senedir emsalsiz tetkikat ve takibatla beraber, kıymetini ve galebesini en muannid düşmana da ispat etmiştir. Onun tercümanı ve bir hizmetkârı olan Said ne halde olursa olsun, hattâ Said de-el’iyâzü billâh-Risâle-i Nûr’un aleyhine dönse, bizim sadakatimiz ve alâkımızı inşaallah sarsmayacak” deyip, o kapıyı kaparsınız.[4]”
“Risâle-i Nûr’un yolu, mesleği, bu zamandaki hayat şartlarına, insanların ahval-i ruhiyelerine göre en selâmetli, en kısa ve umumî bir cadde-i Kur’ân’dır. Serapa ilim ve tefekkür üzerine gitmektedir.[5]”
Zaten Risâle-i Nûr’un mesleği odur ki, zihinlerde bir iz bırakmamak için, sair ulemaya muhalif olarak, muarızların şüphelerini zikretmeden öyle bir cevap verir ki, daha vehim ve vesveseye yer kalmaz.[6]
Risâle-i Nûr’un mesleği, sair tarikatlar, meslekler gibi mağlûp olmayarak, belki galebe ederek pek çok muannidleri imana getirmesi, pek çok hâdisâtın şehadetiyle, bu asırda bir mucize-i mâneviye-i Kur’âniye olduğunu ispat eder.[7]”
”Risâle-i Nûr mesleği, tarikat değil, hakikattir, Sahabe mesleğinin bir cilvesidir.[8]”
“Risâle-i Nûr’un mesleği ise, vazifesini yapar, Cenab-ı Hakkın vazifesine karışmaz. Vazifesi tebliğdir; kabul ettirmek, Cenab-ı Hakkın vazifesidir.[9]”
”Zaman, zemin, Risâle-i Nûr’un müsbet mesleği, ehl-i bid’a ile değil fiilen, belki fikren ve zihnen dahi meşgul olmaya müsaade etmez.[10]”
“Aklı başında bir adam, o elmas gibi mesleği terk edip başka mesleklere giremez.[11]”
”Evet, güneş varken mumların ışığı altına girmeye ihtiyaç yok. Madem güneşi gösteriyorum; benden mum ışığı-bahusus bende bulunmazsa-istemek mânâsızdır, lüzumsuzdur.[12]”
“Risâle-i Nûr’un en birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan imanı kurtarmak ve imanı, tahkikî bir surette umuma ders vermek, hattâ avamın da imanını tahkikî yapmak vazifesi ise,16]”
“Fakat Nurun mesleği, hakikat ve sünnet-i seniye ve feraize dikkat ve büyük günahlardan çekinmek esastır; tarikate ikinci, üçüncü derecede bakar.[17]”
”Yalnız bunu ihtar ediyorum ki, mesleğimiz, sırr-ı ihlâsa dayanıp, hakaik-i imaniye olduğu için, hayat-ı dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye mecbur olmadan karışmamak ve rekabet ve tarafgirliğe ve mübarezeye sevk eden hâlâttan tecerrüt etmeye mesleğimiz itibarıyla mecburuz.[18]”
“Hâlbuki mesleğimiz, müsbet hareket etmektir. Değil mübareze, belki başkaları düşünmeye de mesleğimiz müsaade etmiyor.[19]”
“Evet, eğer mesleğimiz şeyhlik olsaydı, makam bir olurdu veyahut mahdut makamlar bulunurdu. O makama müteaddit istidatlar namzet olurdu. Gıptakârâne bir hodgâmlık olabilirdi. Fakat mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz.[20]”
“Tesanüdümüzden hâsıl olan bir şahs-ı mânevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı, bize kâfidir.[21]”
”Belki rıza-yı İlâhîden başka hiçbir şeye, hattâ dünyaya ve saltanata âlet etmemek bizim esas mesleğimiz olduğundan25]”
“Mesleğimiz, bu zamanda hakka hizmet, bütün bütün terk-i enaniyetle olabileceğini kat’î kanaatimiz olduğu gibi, yirmi senedir nefs-i emmarem ister istemez o mesleğe itaate mecbur olmuş.[26]”
“Şimdi burada birisi bize muhalif hareket etse, hükûmet hesabına olamaz; çünkü mesleğimiz siyasî değil. Hem yeni bid’alar hesabına da olamaz; çünkü hakikî meşgalemiz esâsât-ı imaniye ve Kur’âniyedir.[27]”
“Biz, insanların hürmet ve ihtiramından ve şahsımıza ait hüsn-ü zan ve ikram ve tahsinlerinden mesleğimiz itibarıyla cidden kaçıyoruz. Hususan acip bir riyakârlık olan şöhretperestlik ve câzibedar bir hodfuruşluk olan tarihlere şâşaalı geçmek ve insanlara iyi görünmek ise, Nurun bir esası ve mesleği olan ihlâsa zıttır ve münafidir. Onu arzulamak değil, bilâkis şahsımız itibarıyla ondan ürküyoruz.[28]”
“Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir. Ehl-i tasavvufun mâbeyninde fenâ fi’ş-şeyh, fenâ fi’r-resul ıstılahatı var. Ben sofî (sufî) değilim. Fakat onların bu düsturu, bizim meslekte fenâ fi’l-ihvân suretinde güzel bir düsturdur. Kardeşler arasında buna tefânî denilir. Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır.
Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlât, şeyh ile mürid mâbeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü’l-esası, samimî ihlâstır. Samimî ihlâsı kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz.
Hazırlayan :Abdülbâkî ÇİMİÇ
[email protected]
DİPNOTLAR
[1] Divan-ı Harb-i Örfî –1995, s:63
[2] Lemalar, s:395-96
[3] Son Şahitle,1999,Cilt:4,s:371
[4] Emirdağ Lah.I.s:109
[5] Tarihçe-i Hayat–2006,s:51
[6] İşârâtü’l-İ’câz -2006,s:17
[7] Emirdağ Lâhikası–2006,s:122
[8] Emirdağ Lâhikası-2006,s:130
[9] Kastamonu Lâhikası -2006,s:376
[10] Kastamonu Lâhikası -2006,s:364
[11] Yirmi Sekizinci Lem’a
[12] Yirmi Sekizinci Mektup–2004,s:599
[13] Emirdağ Lâhikası-2006,s:457
[14] Emirdağ Lâhikası-2006,s:822
[15] On Dördüncü Şua
[16] Emirdağ Lâhikası-2006,s:785
[17] Emirdağ Lâhikası -2006,s:414
[18] Kastamonu Lâhikası –2006,s:356
[19] Kastamonu Lâhikası -2006,s:349
[20] Yirmi Birinci Lem’a-2005,s:402
[21] Emirdağ Lâhikası–2006,s:140
[22] Emirdağ Lâhikası–2006,s:515
[23] Emirdağ Lâhikası–2006,s:879
[24] On Üçüncü Şua-2005,s:540
[25] Zühretü’n-Nur
[26] Sikke-i Tasdik-i Gaybî
[27] Barla Lâhikası -2006,s:321
[28] Emirdağ Lâhikası-2006,s:336
Allah razı olsun. Allah bu meslekte bizleri daim eylesin, sebat nasip eylesin…
21.Lem’ada geçen
“Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir. Ehl-i tasavvufun mâbeyninde fenâ fi’ş-şeyh, fenâ fi’r-resul ıstılahatı var. Ben sufî değilim. Fakat onların bu düsturu, bizim meslekte fenâ fi’l-ihvân suretinde güzel bir düsturdur. Kardeşler arasında buna tefânî denilir. Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır.
ben sofi değilim diye geçiyor , yazınızda sehven sufi yazılmış düzeltirsiniz diye belirtmek istedim
selam ve hürmetlerimle
A.s.Ümit kardeşim,
Esâsında sehven değil de elimde kullandığım külliyat programında sofî kelimesi sufî şeklinde geçiyor.Bu kelimeyi osmanlıca aslından araştıracağım ve ulaşabildiğim sıhhatli bilgiyi burada inşâallah yazacağım.İlginiz ve uyarınız için Allah ebeden razı olsun.Selâm ve duâ ile…
Abdübâkî ÇİMİÇ
1. Ehl-i tasavvufun mâbeyninde fenâ fi’ş-şeyh, fenâ fi’r-resul ıstılahatı var. Ben sufî değilim. Fakat onların bu düsturu, bizim meslekte fenâ fi’l-ihvân suretinde (Sorularla Risale-i Nur sitesinden-http://www.sorularlarisale.com/index.php?s=modules/kulliyat&risale=199&sayfa=271)
2.Ehl-i tasavvufun mâbeyninde fenâ fi’ş-şeyh, fenâ fi’r-resul ıstılahatı var. Ben sufî değilim. Fakat onların bu düsturu, bizim meslekte fenâ fi’l-ihvân suretinde güzel bir düsturdur. Kardeşler arasında buna tefânî denilir. Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır.(http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Lemalar&Page=166)
3.صوفى sufi (Osmanlıcası) sad ve fe
Kelimenin Kur’ân hattı ile yazılışı, (صوفى).. Ayni imlâ ile yazılan kelimeler mahallî şîvelerde, lehçelerde farklı okunup söylenebiliyor.. Araştırılırsa çok örnekleri görülebilir.. Latin harfleri ile farklı yazılış bundan kaynaklanıyor olmalı: “Sûfî” veyâ “Sôfî”.. Latin harfleri ile iki yazılış da doğru..
Selâm ve muhabbetler..