* Ey aziz kardeşim! Allah’a karşı âcizlik ve ihtiyacını hissetme esasına dayanan bu yolda şu dört şey lâzımdır: “Acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şevk-i mutlak, şükr-ü mutlak.”(Sonsuz acz, sonsuz fakr, sonsuz şevk, sonsuz şükür.) Öyleyse Risâle-i Nur’u acz ve fakrımızı anlayarak okumalıyız. Evet evet, acz ve fakr ile tevekkül ve iltica ile nur kapısı açılır zulmetler dağılır.
*Nefsimizi muhatab addederek, yani mânevî yaralarımızı hissederek okumak. Yazılan hakaik-i îmâniyeyi doğrudan doğruya nefsimize hitab ediyor kabul ederek okumak. “Belki ruhları muhtaç ve kalbleri yaralı olanlar, o edviye-yi Kur’âniyeyi arayıp buluyorlar.”[1]
* İhtiyacımızı hissederek okumak. Çünkü efkâr-ı ammenin birşeye verdiği mükâfat, gösterdiği rağbet ve teveccüh ekseriya o şeyin kemâline nisbeten değildir, belki ona derece-i ihtiyaç nispetindedir. Bu nedenledir ki Risâle-i Nur ihtiyaç hissedilirse, okundukça zevk alınıyor, usanılmıyor, usandırmıyor. Risâle-i Nur bir kamer-i marifettir ki, şems-i hakîkat olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın nurunu istifâza eylemiş.
* Risâle-i Nur ekseriyet itibarıyla ulûm-u îmâniyedir. Bu ulûm-u îmâniyeye şiddetli olarak ihtiyacını hissedenler; hususan doğrudan doğruya ihtiyaca binâen ve yaralarına devâen Kur’ân-ı Hakîm’in esrarından mânevî ilâçlar alınsa ve tecrübe edilse, elbette o ulûm‑u îmâniye ve o edviye-i ruhaniye, ihtiyacını hissedenlere ve ciddî ihlâs ile istimal edenlere yeter, kâfi gelir. Başka eserlerde aramaya lüzûm yoktur.
* Merak, dikkat, tefekkür ve teenni ile okumak. Hulusi ağabey “Henüz harfi harfine okuyamadım”[2] diyerek nasıl okunması gerektiğini gösteriyor. Çünkü tefekkür gafleti izale eder. Dikkat, teemmül(inceden inceye, tefekkür ederek okumak), evham zulümatını dağıtıyor. Hem Risâle-i Nur’u dikkat ve teennî ile mutalaa eden adam îmânını kurtarır inşâallah. “Evet, nazlanan ve istiğna gösteren nazeninlerin mehirleri(bedelleri) dikkattir.”[3]
* İstifade-i nuriyenin mühim bir şartı da nur derslerine katılmak ve müdavim olmaktır. Nur talebelerinin kendi aralalrında müdâvele ve müzâkeresi de istifâdeyi artırır. Risâle-i Nur’u kendi kendine okuyan bir nebze istifâde edebilir ve anlayabilir. Ancak her bir meselesini tam anlayamaz. Bediüzzaman da bu noktaya şöyle işaret eder: “Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifâde eder; fakat herkes herbir meselesini tam anlamaz. İmân hakîkatlerinin izahı olduğu için, hem ilim, hem mârifetullah, hem huzur, hem ibadettir.”[4]
* Tenkid parmaklarını uzatmadan okumak. Tâ muarız ve zındıklar itiraz parmaklarını uzatmasınlar. Risâle-i Nur, nazik ve nazdar eserlerdir. İhtiyacını şiddetli hissedenlere daha ziyâde açılır. “Bir sene bu Risâleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakîkatli bir âlimi olabilir.”[5]
* Ele geçen her fırsatta zihni safileştirerek okumak istifâde ve istifâzaya en münbit bir zemindir. Zihni, mâlâyâniyattan ve lüzûmsuz işlerden âzâde tutarak okumak en verimli hâldir. Çünkü nefsin hâcât-ı süfliyesinden ve mâlâyâniyat hâlâttan tecerrüt ederek okumak akıl, kalb ve ruh üzerinde tesir-i azim hisse bırakır. Risâle-i Nur’u anlayarak ve kabul ederek okuyanlar maddî ve mânevî çok istifâza ve istifâde ile inşâallah îmânlarını kurtarırlar.
* Bediüzzaman Hazretleri’nin hissiyatıyla hissiyatlanmak da istifâdeyi artırır. Çünkü Üstad “Bana tam tevafuk eden hissedebilir.”[6]der. Her bir Risâle Bediüzzaman’ın bir halet-i ruhiyesinin mahsulü olduğunu bilmekle okunursa istifâde kemâlini bulur.
* Okunan her bir Risâleyi müteaddibâne, mütehayyirâne, mütefekkirâne okumak ve dinlemek. Hem mütefekkirâne o çeşit sohbet-i îmâniye, zemin yüzünün bir mânevî ziyneti ve medâr-ı şerefidir. Çünkü mütefekkirâne okumak, îmâna kuvvet verir. “İnşâallah, Kur’ân’a ait mesâille iştigal, bir nevi mânevî mütefekkirâne Kur’ân okumak hükmündedir. Hem ibadet, hem ilim, hem marifet, hem tefekkür, hem kıraat-i Kur’ân mânâları Risâlelerin istinsah ve mütalâalarında vardır itikadındayız.”[7] Elbette bizler Risâle-i Nur’u okumak ve dinlemekle müftehirâne, müteşekkirâne bir mücahede-i mâneviye yapıyoruz.
Netice-i kelâm: Ey kardeş bil ki! Risâle-i Nur’u anlayarak ve kabul ederek okuyan bir talebenin istifâza noktasında birçok muhtelif lâtifeleri vardır. O lâtifelerden bazıları akıl ve kalbin şuurları çalıştığı miktarca devam eder, diğer bazılarının ise, istifâdeleri lâşuurîdir, şuur çalışmazsa dahi yine istifâdeleri vardır ve hiç şuur ermeden de istifâde hâsıl olur. Demek Risâle-i Nurları okumak, gafletle dahi olsa, yine ifâzadan (feyzlendirmekten) hâlî değildir.
Abdülbâkî Çimiç
[1] Mektubat, s.117
[2] Barla Lahikası, s.254
[3] Muhakemat, s.117
[4] Emirdağ Lahikası-II, s.853
[5] Lem’alar, s.404
[6] Şualar, s.105
[7] Barla Lahikası, s.530