1.Nefis daima kötü şeylere sevk eder(Yusuf Sûresi,53)
2. “Ey nefis!” (S: 7)
3. “O iki nefer ise, biri feraiz-i diniyesini bilen ve işleyen ve kebairi terk ve günahları işlememek için nefis ve şeytanla mücahede eden müttaki müslümandır.” (S: 23)
4. “Ve o harb ise; nefis ve heva, cin ve ins şeytanlarına karşı mücahede edip günahlardan ve ahlâk-ı rezileden kalb ve ruhunu helâket-i ebediyeden kurtarmaktır.” (S: 23)
5. “Nefis ve malını Cenab-ı Hakk’a satmak ve ona abd olmak ve asker olmak; ne kadar kârlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciği dinle:” (S: 25)
6. “Eğer Cenab-ı Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş’um ve müz’iç ve muacciz bir âlet olur ki; geçmiş zamanın âlâm-ı hazînanesini ve gelecek zamanın ehval-i muhavvifanesini senin bu bîçare başına yükletecek, yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner.” (S: 27)
7. “Eğer Cenab-ı Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan; geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur.” (S: 27)
8. “Meselâ: Dildeki kuvve-i zaikayı, Fâtır-ı Hakîm’ine satmazsan, belki nefis hesabına, mide namına çalıştırsan; o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder.” (S: 27)
9. “Birinci hasaret: O kadar sevdiğin mal ve evlâd ve perestiş ettiğin nefis ve heva ve meftun olduğun gençlik ve hayat zayi’ olup kaybolacak, senin elinden çıkacaklar.” (S: 28)
10. “Yalnız derim ki: Elhamdülillah, yüzbin defa şükür olsun ki; vehim ve heva tahakkümünden, nefis ve heves esaretinden kurtulup, daimî hapis ve zindandan halâs oldum ve inandım ki: Bu karmakarışık, kararsız misafirhanelerden başka ve kurb-u şahanede bir diyar-ı saadet vardır; biz de ona namzediz…” (S: 58)
11. “Tevehhüm aldatmamak, nefis karışmamak şartıyla “oh” yerine “âh” diyecek ve teessüf edecek.” (S: 88)
12. “Diğer güruh ise ehl-i küfür ve tuğyandır ki, nefis ve şeytana tabi olup yalnız hayat-ı dünyeviyeyi tanıyan, hayvan gibi belki daha aşağı sağır, dilsiz, dâllîn güruhudur.” (S: 123)
13. “Ey nefis!” (S: 169)
14. “Ey nefis!” (S: 169)
15. “Nefis ise, şu vaziyeti gördükçe; bütün rûy-i zemin, velvele-âlûd bir zelzele-i firakta yuvarlanıyor gibi gördü, bir zevk-i bâki aradı.” (S: 226)
16. “Bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki; böyle bir zâtın bütün davalarının esası olan “Lâ ilahe illallah”ı, bütün meratibiyle beraber kabul etmesin?” (S: 237)
17. “Dedim: Ey nefis!” (S: 269)
18. “Elhasıl: Ey nefis!” (S: 272)
19. “Nefis ve heva, kuvve-i şeheviye ve gazabiye, bir kapıcı ve it hükmündedirler.” (S: 323)
20. “İşte o yüksek letaifi, nefis ve hevaya müsahhar etmek ve vazife-i asliyelerini unutturmak, elbette sukuttur, terakki değildir.” (S: 323)
21. “Netice-i kelâm: Sen eğer nefis ve şeytanı dinlersen, esfel-i sâfilîne düşersin.” (S: 328)
22. “Şu üç şeyde çok hakikatlara işaret etmekle beraber, nefis ve akıl ve kalbin sülûklerine işaret eder.” (S: 336)
23. “İşte ey nefis ve ey arkadaş!” (S: 358)
24. “Madem öyledir, ey nefis!” (S: 359)
25. “Bir cihet kaldı ki, en mühimi de odur ki, ey nefis!” (S: 359)
26. “Şimdi ey nefis!” (S: 359)
27. “Demek ey nefis!” (S: 359)
28. “İkinci Meyve: Ey nefis!” (S: 360)
29. “Çünki ey nefis!” (S: 360)
30. “İşte ey nefis!” (S: 360)
31. “Üçüncü Meyve: Ey nefis!” (S: 362)
32. “Dördüncü Meyve: Ey nefis!” (S: 362)
33. “Beşinci Meyve: Ey nefis!” (S: 363)
34. “Ey nefis!” (S: 473)
35. “Hem dünyayı, hem nefis hesabına âhireti dahi maksud-u hakikî yapmamak, hem vücudunu unutmak, hem ucbe, fahre girmemek için bu terkleri düşünmemektir.” (S: 495)
36. “Fakat insanın akıl, ruh, sır, nefis gibi pek çok vazifedar letaifi ve hassaları vardır.” (S: 495)
37. “Demek huriler Cennet’in aksam-ı zînetinden yetmiş tarzını, bir tek cinsten olmadığından birbirini setretmeyecek surette giydikleri gibi; kendi vücudlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyade ayrı ayrı hüsün ve cemalin aksamını gösteriyorlar.” (S: 501)
38. “Şu muhabbet, yalnız nefis hesabına olmadığını ve Rahman namına olduğunu gösteren; meşru dairesinde kanaatkârane kazanmak ve mütefekkirane, müteşekkirane yemektir.” (S: 639)
39. “Sâbıkan beyan edildiği gibi; ehl-i gaflet ve ehl-i dünya tarzında ve nefis hesabına olan muhabbetlerin; dünyada belaları, elemleri, meşakkatleri çoktur.” (S: 643)
40. “O vakit nefis sana binmez, seni hevasına esir etmez.” (S: 644)
41. “Nefis, madem dünyada heva ve hevesini Cenab-ı Hak yolunda hüsn-ü istimal etmiş.” (S: 647)
42. “İkisi birer şevki de verir: O yabani edebin verdiği bir şevk ile nefis düşer heyecana, heves olur münbasit; ruha ferah veremez.” (S: 737)
43. “İlim ile gelen mesail-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sır, nefis ve hâkeza..” (S: 764)
44. “$ âyetinin mealinde ve nefis ve malını Cenab-ı Hakk’a satmak hakkındaki âyetlerin gayet mühim bir sırrını tefsir etmekle beraber, nefis ve malını Cenab-ı Hakk’a satanların beş derece kâr içinde kâr ve satmayanların beş derece hasaret içinde hasaret kazandıklarını, gayet mukni’ bir temsil ile tefsir ediyor.” (S: 777)
45. “Nefis arzusuyla değildir.” (M: 28)
46. “Kasem ederim şu hakikat gayet kat’îdir, hattâ nefis ve şeytanım dahi buna karşı teslim olmuşlar.” (M: 260)
47. “Sâniyen, nefis ve şeytanın hissesini de ayırıp, o adama adavet değil, belki nefsine mağlub olduğundan acımak ve nedamet edeceğini beklemek.” (M: 266)
48. “Fakat şimdiki gibi garazkârane, nefis hesabına olan tarafgirlik, haksızlara melce’dir ki; onlara nokta-i istinad teşkil eder.” (M: 268)
49. “İzzet-i nefis sahibi, bu pis silâha tenezzül edip istimal etmez.” (M: 276)
50. “Düşman istersen nefis yeter.” (M: 282)
51. “Nefis cümleden süflî, vazife cümleden a’lâ.” (M: 320)
52. “İlim ile gelen mesail-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sırr, nefis ve hâkeza letaif kendine göre birer hisse alır, masseder.” (M: 331)
53. “Eğer nefis hesabına olsa, yani rızkı in’am edenin şükrünü düşünmeyerek müteveccih olsa; o dildeki kuvve-i zaika, bir nâzır-ı âlîkadr makamından, batn fabrikasının yasakçısı ve mide tavlasının bir kapıcısı derecesine sukut eder.” (M: 365)
54. “Dördüncü Nükte: Ramazan-ı Şerifteki oruç, nefsin terbiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telakki eder.” (M: 400)
55. “Nefis, eğer muvakkat bir ayın gündüz zamanında ta’til-i eşgal etmezse; o fabrikanın hademelerinin ve o cihazatın hususî ibadetlerini onlara unutturur, kendiyle meşgul eder, tahakkümü altında bırakır.” (M: 403)
56. “Nefis Rabbisini tanımak istemiyor, firavunane kendi rububiyet istiyor.” (M: 404)
57. “Nefis demiş: “Ben benim, sen sensin!” (M: 404)
58. “Nefis demiş: $ Yani: “Sen benim Rabb-i Rahîmimsin, ben senin âciz bir abdinim.” (M: 404)
59. “Zira nefis ne kadar mağrur da olsa, kendisi kendi kusurunu derkeder.” (M: 447)
60. “Ve gıybet, alçakların silâhı olduğu cihetle, izzet-i nefis sahibi bu pis silâha tenezzül edip istimal etmediğine dair denilmiştir:” (M: 499)
61. “Öyle de: İnsandaki cisim, nefis, kalb, ruh daireleri öyle mütefavittir.” (L: 16)
62. “Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler.” (L: 74)
63. “Eğer nefis ve şeytana tabi isen, senin komşuların, belki akrabaların senin şerrinden kurtulmak için mesrur olacaklar.” (L: 86)
64. “Hem nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip, tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin; âdeta taksirattan takdis etsin.” (L: 88)
65. “Evet şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de, yüz tevil ile tevil ettirir.” (L: 88)
66. “Senin elinde bulunan nefis ve malın senin mülkün değil, belki sana emanettir.” (L: 119)
67. “Başta nefis ve hevası ve ihtiyaç ve havassı ve duyguları ve şeytanı ve dünyanın surî tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları gibi çok dâîleri var.” (L: 122)
68. “İzzet-i nefis sahibi birisinin karısına pis nazarla bakan, boynuna kefenini takar, sonra bakar.” (L: 198)
69. “Ve o hakikatı tam kabul etmeye nefis hazırlandı.” (L: 250)
70. “Meali: (Haşiye) “Nefis daima kötü şeylere sevkeder.” (L: 275)
71. “ALTINCI NOTA: Nefis ve şeytanın en büyük hile ve desiselerinden olan; kâfirlerin çokluklarını ve onların bazı hakaik-i imaniyenin inkârındaki ittifaklarını vesvese suretiyle göstererek, şübheleri ve dine karşı lâkaydlığı, ayn-ı hak ve hakikat bir temsil ile kökünden kesen ve Tuba-i Cennet olan iman ağacını yetiştiren mücerreb bir iksir-i nuranîdir.” (L: 391)
72. “Ve beni ve Risale-i Nur talebelerini, nefis ve şeytanın şerrinden ve kabir azabından ve Cehennem ateşinden muhafaza eyle ve Cennet-ül Firdevs’te mes’ud kıl!” (L: 444)
73. “Ve beni ve Risale-i Nur talebelerini, nefis ve şeytanın şerrinden ve kabir azabından ve Cehennem ateşinden muhafaza eyle ve Cennet-ül Firdevs’te mes’ud kıl!” (Ş: 59)
74. “Üçüncü delil: İnsanların hayat-ı içtimaiyesinin en kuvvetli medarı olan gençler, delikanlılar, şiddet-i galeyanda olan hissiyatlarını ve ifratkâr bulunan nefis ve hevalarını tecavüzattan ve zulümlerden ve tahribattan durduran ve hayat-ı içtimaiyenin hüsn-ü cereyanını temin eden; yalnız Cehennem fikridir.” (Ş: 183)
75. “Zannederim, çok hassas ve iş içinde bulunan nefis ve şeytanımı susturan bir hakikat, en mütemerridleri de susturur.” (Ş: 315)
76. “Nefis cümleden edna” (Ş: 433)
77. “Nefis cümleden edna, vazife cümleden a’lâ.” (Ş: 452)
78. “Ve İslâm Deccalı olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz.” (Ş: 593)
79. “Demek eşya, Kadîr-i Mutlak’a verilse; bahar bir çiçek kadar, bütün insanların haşirde ihyaları bir nefis kadar kolay olur.” (Ş: 659)
80. “Fakat iman gözlüğü ile bakılırsa Cenab-ı Hakk’ın Hâlık-ı Rahman-ı Rahîm’in insanlara ihzar ettiği çeşit çeşit nefis, leziz me’kûlât ve meşrubata zarf olan bir maide ve bir sofra-i Rahmanî şeklinde görünecektir.” (Ş: 754)
81. “Zulüm ve fıskta hasis ve hayırsız bir lezzet görüldüğünden, onlardan nefis teneffür etmez.” (İ: 27)
82. “Malûmdur ki, bir zâtta içtima eden ahlâk-ı âliyenin imtizacından izzet-i nefis, haysiyet, şeref, vakar gibi; hasis, alçak şeylere tenezzül etmeğe müsaade etmeyen yüksek haller husule gelir.” (İ: 107)
83. “Alçak nefis tarafından herşeyi karanlıklı gösteren küfür zulmetiyle temsilât-ı Kur’aniyeye bakan olursa; tabiî o temsilâtın hikmetini anlayamaz, evhama kapılır.” (İ: 162)
84. “Üçüncü Nokta: O Yeni Said’in münazarasıyla, nefis ve şeytanın tam mağlub edilmesi ve susturulması gibi, Risale-i Nur dahi yaralanmış talib-i hakikatı kısa bir zamanda tedavi ettiği gibi, ehl-i ilhad ve dalaleti de tam ilzam ve iskât ediyor.” (Ms: 8)
85. “Bu mecmuanın yalnız dâhilî nefis ve şeytanla mücadelesi, nefs-i emmarenin ve şeytan-ı cinnî ve insînin şübehatından tamamıyla kurtarıyor.” (Ms: 8)
86. “Acaba böyle bir zâtın davalarında, nefis ve şeytanın münakaşa ve itirazlarına bir imkân var mıdır?” (Ms: 25)
87. “Ve misafirler o nefis taam ve yemeklerin yalnız tadına bakıp, karınlarını doyuracak derecede yemiyorlar.” (Ms: 43)
88. “Ancak, o lezzetler ve o nefis şeyler ibret ve şükre sevk içindir.” (Ms: 44)
89. “İşte Kur’andan aldığım dersler sayesinde o belalardan halâs olduğum gibi nefis ve şeytan ile yaptığım muharebelerden de muzafferen kurtuldum.” (Ms: 50)
90. “Bütün ehl-i dalaletin vekili olan nefis ve şeytanla ilk müsademe, $ kelimelerinde vuku buldu.” (Ms: 50)
91. “Çünki nefis, nefsine mâlik olmadığı gibi cismine de mâlik değildir.” (Ms: 67)
92. “Dördüncü Hakikat: Ey nefis (*) Kâinatın uzak çöllerine gidip Sâni’in isbatına deliller toplamaya ihtiyaç yoktur.” (Ms: 68)
93. “Sizin nefis ve şeytanlarınız benim nefis ve şeytanımdan daha âsi, daha tâgî, daha şakî değiller.” (Ms: 75)
94. “Kezalik Hâlık ile nefis arasında da bir kurb ve bu’d vardır.” (Ms: 77)
95. “Eğer nefis uzaklığı cihetiyle enaniyet ile Hâlıka bakıp, “Bana tesir edemez” diye bir ahmaklıkta bulunursa dalalete düşer.” (Ms: 77)
96. “Ve keza nefis mükâfatı gördüğü zaman “Keşke ben de öyle yapaydım, böyle olaydım” der.” (Ms: 77)
97. “Nefis, tenbellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden tesettür etmek istiyor.” (Ms: 81)
98. “Evet müşahedemle sabittir ki; kat’î, yakînî bürhanlar ile deliller dolu olan büyük bir kalede, küçük bir taşta bir za’fiyet görünürse, o kör olası nefis o kaleyi tamamen inkâr eder.” (Ms: 82)
99. “İ’lem ey mağrur, mütekebbir, mütemerrid nefis!” (Ms: 87)
100. “Sırr-ı tevatür ve icmaı tazammun eden hadsiz ihbaratı ve delaili dinlemeyen ve safsata-i nefis ve vesvese-i şeytandan gelen bir vehmi kabul eden adamlarla, hakikî ve ciddî iş görülmez.” (Ms: 101)
101. “Ey nefis!” (Ms: 120)
102. “Nefis daima ızdırablar, kalâklar içinde evhamdan kurtulup tevekküle yanaşmıyor.” (Ms: 122)
103. “Evham, şübehat, dalaletin menşe’ ve mahzenlerinden biri: Nefis, kendisini kader ve sıfât-ı İlahiyenin tecelliyat dairesinden hariç addeder.” (Ms: 183)
104. “Gafil nefis, âhireti dünyanın bitişiğinde ve dünya ile bağlı bir menzil zannediyor.” (Ms: 183)
105. “Hülâsa: Nefis, devekuşu gibidir.” (Ms: 183)
106. “Öyle ise ey devamı isteyen nefis!” (Ms: 184)
107. “Ey nefis!” (Ms: 184)
108. “Ey nefis!” (Ms: 185)
109. “Bunun için nefis, Vâcib-ül Vücud’un ef’alini fiillerine benzetemiyor.” (Ms: 186)
110. “Nefis, siyah vechin altına girer.” (Ms: 199)
111. “İkinci Hatve: Nefis hizmet zamanında geri kaçar.” (Ms: 208)
112. “Nefis vücuda merkez olduğundan muhabbete lâyık ise, o vücudu icad eden ve o vücudun kayyumu olan Hâlık, daha fazla muhabbete, ubudiyete müstehak olmaz mı?” (Ms: 213)
113. “Nefis ve şeytanla uğraşması, cihadıdır.” (Ms: 224)