Risâle-i Nur’un maksâd-ı âlisi ve hakîkîsi; Kur’ân’ın cadde-i kübrâsında gidip, ehl-i imânı ve diğer insanları ölümün idâm-ı ebedisinden ve haps-i münferidden kurtarmaktır. Ve husûsi vazîfemiz de, Kur’ân’ın imânî hakîkatlerini tahkîkî bir sûrette ehl-i îmâna bildirip, onları ve kendimizi idâm-ı ebedîden ve daimî, berzâhî haps-i münferitten kurtarmaktır. Ümmeti sahil-i selâmete Kur’ânî bir Sefine-i Rabbaniye olan Risâle-i Nur ile çıkarmaktır.
Kur’ân-ı Hakîmin sırr-ı hakîkatiyle ve i’câzının tılsımıyla, bizim ve Risâle-i Nur programımız ve mesleğimiz, bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gâye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün idâm-ı ebedîsinden îmân-ı tahkîkî ile bîçareleri kurtarmak ve bu mübârek milleti de her nevi anarşilikten ve serserilikten muhâfaza etmektir.
Risâle-i Nur’un dâvâsı, îmân ve Kur’ân dâvâsıdır ve esâs mâhiyeti uhrevîdir. Bu cihetle Risâle-i Nur ile hizmeti esâs kabul edenler dünyaya da ahiret hesâbına bakarlar. Çünkü dünyevî mes’eleler fânî ve geçici olduğu için cam parçası hükmündedir. Risâle-i Nur gibi imânî hakikatler ise ebedî, daimî ve uhrevî olduğu için elmâs hükmündedir. Bu nedenle de uhrevî ve bâkî hakîkatler fânî şahıslara havale edilmemeli ve onların zayıf omuzlarına konulmamalıdır. Ayrıca bu hakîkatler dünyevî meselelere alet ve basamak yapılmamalıdır. Bu hakikatleri dünyevî işlere, siyasete ve ticarete alet yapmak bir nevî o hakîkatlere zulmetmek hükmünde olup mânevî cinayet işlenmiş hükmündedir.
Risâle-i Nur, Kur’ânın mânevî bir tefsîri, kıyamete kadar ehl-i îmânın ve de beşeriyetin yaralarına tiryaklar hükmünde dersleridir. Bu nedenle de Risâle-i Nur’da geçen her bir cümle, hatta kelime bizler için önemlidir. Çünkü bu Kur’ân dersleri içinde olanlar allame ve müçtehidler de olsalar vazîfeleri yalnız yazılan Risâle-i Nur’u okumak, anlamak, şerh, izâh ve tanzimlerini yapmaktır. Öyleyse allame ve müçtehidlerin vazîfeleri de bunlarla sınırlandırılmış ise, elbette bizler gibi vazîfesi ve gâyesi sadece talebelik olanlar, bütün hayatlarını Risâle-i Nur’a hizmet bilmelidir.
O halde bizler Risâle-i Nur’da tarifi yapılan îmân, hayat ve şerîat dairelerindeki vazîfelere yine Risâle-i Nur’dan ölçülerle devam etmek durumundayız. Risâle-i Nurları tek akılla değil, ortak akılla anlamaya ve o edviye-i Kur’âniyeyi hayata tatbîk etmeye çalışmalıyız. O ortak akıl ise şuraya istinâd eden bir şahs-ı mânevîdir diye inanıyoruz.
Cay-ı dikkat bir nokta ki; bir kişi Risâle-i Nur dairesi içine girmeden veya Risâle-i Nur ile harekete geçmeden Bedîüzzamân’ın tecrübe ettiği ve îkaz ettiği boşboğazlığa düşmemesi(dünyevî hadiselelere aldanmaması) mümkün görünmüyor. Çünkü bu zamanda öyle dehşetli maddî ve mânevî fırtınalar ve cereyanlar var ki, her şeyi kendi hesabına ve menfaatine alet eder. Öyleyse Risâle-i Nur dairesinin yakınında bulunanlar içine girmek mecbûriyetindedir. Yoksa tehlike ihtimâli kâvidir îkazı çok manidârdır.
O halde ne yapacağız ki alet olmayalım? Âcizane şöyle düşünüyoruz. En yakın dairemizden tut, en geniş daireye kadar “Dördüncü Meselede” verilen ölçüler çerçevesinden hadiselere bakmak zorundayız. Bedîüzzamân Hazretleri “Dördüncü Meselede” geniş daireye hiç bakılmaz demiyor. Ara sıra ve muvakkaten bakılacağını söylüyor. O hâlde bizler ara sıra da olsa, muvakkaten de olsa geniş daire olan içtimâî ve siyâsî hâdiselere ve olaylara muvakkaten, kalbimizi bağlamadan en önemlisi de Risâle-i Nur dairesi içersinden bakmalıyız ki aldanmayalım ve yanlış basmayalım.
Bedîüzzamân Hazretleri Risâle-i Nur’da “sohbet-i dünyeviyeyi ve siyasiyeyi” terk ettiğini beyan etmiştir. Tarafgirâne ve taassûbâne siyâsî tercih ve duruşlardan şeytandan kaçar gibi kaçmıştır ve bu haletlerden bizler de kaçmak zorundayız. Çünkü ahirzaman fitnelerinin hüküm sürdüğü zaman faslında siyaset canibiyle ve metoduyla mücahede etmek mümkün değildir. Hem Kur’ân böyle bir metoddan bizleri men etmiştir. Böyle bir yol ihtiyar edilirse masumlar belaya düşer ve onlara zulmetmiş oluruz. Hem “Müslümanlar içinde tarafgirâne cereyanlar yüzünden, böyle mâsumlar zulümden kurtulamıyorlar. Hususan ihtilâle sebebiyet veren vaziyetler, bütün bütün zulmü dağıtır, genişletir.”[1] Şimdiki vaziyetleri bir de bu cihetten tefekkür etmek gerekir!
Ancak yine Risâle-i Nur hakikatleri içersinden Bedîüzzamân Hazretleri’nin vazîfesi gereği ortaya koyduğu İslâm’ın yüksek siyâsetinin, yani siyâset-i İslâmiyenin prensiplerinin de hayata hâkim olması ve olaylara bu çerçeveden bakmanın gereğini de nazarlara sunmak gerekiyor. Özellikle sohbet-i dünyeviye ve siyâsiye ile siyâset-i âliye-i İslâmiyenin prensiplerini ayırmak gerekir diye düşünüyoruz. Siyâset-i âliye-i İslâmiye bütün tarafgirliklerden ve taassuplardan âzâde, pak ve berîdir. Bu noktayı inşâalah daha geniş işlemek arzusundayız.
Abdülbâkî Çimiç
[1] Emirdağ Lahikası-I,2013,s.83