‘O vazife şimdilik bizde değildir’

o-vazfe-simdilik-bizde-degildirb40143dcef‘O vazife şimdilik bizde değildir’

”Amma maddî cihadın [siyaset topuzunun] muktezâsı ise, o vazife şimdilik bizde değildir.”1

Başlığa da aldığımız bu cümledeki “o vazife [siyaset topuzu] şimdilik bizde değildir” kısmını Risâle-i Nur’dan takip etmek istiyoruz.
Bediüzzaman Hazretleri “o vazife şimdilik bizde değildir” dediğine göre acaba bu vazife bizde olacak mıdır ve ne zaman bizdedir? Bu vazifenin şimdilik kimde olduğu nasıl anlaşılmalı ve açıklanmalıdır? Siyâset noktasında ehil olanlar kimlerdir? Bu yazımızda inşaallah bu noktaları Risale-i Nur’dan anlamaya ve aktarmaya çalışalım.

Bediüzzaman Hazretleri müceddid-i âhirzaman olarak husûsî olarak bütün Müslümanların, umûmî olarak da beşeriyetin dünyevî ve uhrevî ihtiyaçlarına cevap verebilecek hakîkatleri ve prensipleri Kur’ânî dersler olarak Risâle-i Nur’da göstermiştir. Ancak bazı meseleler sırr-ı imtihân ve hikmet-i ibhâm sırrıyla perdeli ve Risâle-i Nur Külliyatı’nın bütünü içersine derc edilmiş ve serpiştirilmiştir. Bu hakîkatlere ve prensiplere ulaşmak için şahs-ı mânevî içersinde kalarak gayret sarf etmek ve müteferrik bahislerin bir araya getirilmesi için çalışılmalıdır. Yoksa resmin parçaları bir araya gelmez ise, tamamı görülemez ve âhirzaman fitnelerinin desiseleri ve asrımızın müfsid edici propaganda-i siyâset araçları ve cereyanları bizleri aldatabilir ve yanlış bastırabilir. Bu cihetten aldanmamak, aldatmamak ve yanlış basmamak için imânî, İslâmî ve itikâdî mevzuların yanında; sosyal, siyâsî ve heyet-i içtimâî prensiplerini ve mevzularını da Risale-i Nur’dan ortaya çıkarmalı, o prensiplerle hareket etmeliyiz. Çünkü Risâle-i Nur bütün ihtiyaçlarımıza cevap verebilecek mâhiyette tarih-i beşer noktasında emsalsiz harika eserlerdir.

Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ Lâhika mektuplarında “Bizim siyâsete bakmamıza mecburiyet-i kat’iye olduğu zaman, vazîfemiz siyâseti dine âlet ve dost yapmaktır.”2 demekte ve “Biz Kur’ân hizmetkârları ve Nurcular, evvelki iki cereyana karşı [bu cereyanlardan birisi Komünizm, dinsizlik cereyanı; diğeri Türkiye dâiresinde dinsizliği neşretmek için, ifsâd komitesi nâmında bir komite.3 Bu iki cereyan aynı zamanda “âhirzamanda kuvvet bulacak olan iki dinsizlik cereyanıdır.”4] daima Kur’ân hakîkatlerini muhâfazaya çalışmışız. Mümkün olduğu kadar dünyaya ve siyâsete bakmamaya mesleğimiz bizi mecbur ediyormuş. Şimdi mecburiyetle bakmaya lüzum oldu.”5 demektedir.

Acaba hangi hâdiseler oldu da dünyaya ve siyâsete şimdi mecburiyetle bakmaya lüzum oldu?

Bu suâlin cevâbı On Dördüncü Şuâ’da şöyle îzah ediliyor:

“Makâm-ı iddianın asılsız isnâd ettiği suçlar, siz de bilirsiniz ki, yok; beni cezalandırmaz. Fakat beni mânen cezalandıracak, vazîfe-i hakîkiyeye karşı büyük kusurlarım var. Eğer sormak münasipse, sorunuz, cevap vereyim. Evet, büyük kusurlarımdan birtek suçum: Vatan ve millet ve din namına mükellef olduğum büyük bir vazîfeyi, dünyaya bakmadığım için yapmadığımdan, hakîkat noktasında affolunmaz bir suç olduğuna ve bilmemek bana bir özür teşkil edemediğine, şimdi bu Afyon hapsinde kanaatim geldi.”6

Bu savunma Afyon Mahkemesine ve Ağırceza Reisine yazıldığına göre târîhi 1949’lu yıllardır. Bu yıllarda Anadolu’da yeni siyâsî gelişmeler başlamıştır. Aynı zamanda Bediüzzaman Hazretleri’nin de devre-i hayatında yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönem Üçüncü Said devresidir. Isparta Hayatı’nın başında “Afyon hapsinden sonra Üstad–kendi tabirince–bir nevi Üçüncü Saîd olarak görünüyordu. Çünkü, bundan sonra hizmet-i Nuriye başka safhalarda tezâhür edecekti; küllî bir inkişaf olacaktı.”7 denilerek Üçüncü Said devresinin Afyon hapsinden sonra başladığı görülmektedir.
Demek oluyor ki Bediüzzaman Hazretleri bu târîhten sonra (1949–50) “vatan, millet ve din namına mükellef olduğu büyük bir vazîfeyi” deruhte etmek için tekrar içtimâî ve siyâsî mes’elelere bakmaya başlamıştır. Çünkü âlem-i İslâm’ın Kur’ân ve sünnete göre imânî, İslâmî ve itikâdî ihtiyaçlarının yanında; siyâsî ve içtimâî ihtiyaçlarının da müceddid-i âhirzaman olarak tefsîr ve tecdidinin yapılması gerekiyor. Ümmetin istikameti noktasında girmiş olduğu âhirzamandaki bataklıktan kurtuluş reçetesinin tam olarak tahakkuk vazifesi tekmil edilmelidir.

Yine 1950’li yıllarda Anadolu’da yeni bir siyâsî hareket tezâhüre başlamış olup, bu harekete Bediüzzaman Hazretleri bigâne kalmamıştır. Bu noktaya şöyle işaret etmiştir: “Bu defa, birkaç gün zarfında Ahrarların başına geçip milletin mukadderatına sahip çıkması sebebiyle… bir hakîkati ifşa ediyorum.”8 Şöyle ki: ”Otuz beş senedir ki siyâseti bırakmıştım ve Nurculara da ‘Bırakınız’ diyordum. Sebebi, siyâset ihlâsı kırar. Fakat şimdi hissettim ki, bazı münâfıklar dindârları perde yapıp dini siyâsete âlet; sonra da siyâseti dinsizliğe âlet etmeye çalıştıklarından safdil dindârların hatırı için bir-iki defa siyâsete baktım, gördüm ki: Bizi bu üç-dört mahkemede ‘Dini siyâsete âlet ediyor’ diye ithâm edenler kendileri dessâsâne dini tezyif etmek için kendileri, sonra da siyâseti dinsizliğe âlet etmek için dinsizlik düstûrlarını kanuna bağlamak gibi dünyada hiçbir şeddat, hiçbir zalimin yapmadığı bir dehşet gördüm. Şiddetli bir meyusiyetim içinde, hürriyet başında bizimle, yani İttihad-ı Muhammedi (asm) Cemiyeti ile, ittihadçıların bir kısmındaki gizli farmasonlara muarız ve mânen bizimle, yani İttihâd-ı Muhammedî ile müttefik olan Ahrar fırkası yine otuz beş sene sonra dirildi, yine uyandı. Birden şeâir-İslâmiyenin başında olan ezân-ı Muhammediyeyi farmasonların zincirini kırıp ilân etmesiyle; siyâsetten kat’ı alâka eden, eskide ‘İttihad-ı Muhemmedî’ şimdi ‘Nurcular’ nâmını alan ve İttihâd-ı İslâm içinde bulunan kardeşlerimiz yanlış basmamak için bazı şeyleri söylemek isterdim. Fakat Risâle-i Nur benim bedelime konuşuyor dedim, yüzümü çevirdim.”9

Görüldüğü gibi Bediüzzaman Hazretleri “Ahrar fırkası yine otuz beş sene sonra dirildi, yine uyandı” diyerek otuz beş sene siyâset sahnesinde olmayan Ahrarların tekrar dirildiğini ve vazîfe başına geçtiğini belirtiyor. Burada özellikle Ahrarların bizimle (hem mânen eski İttihad-ı Muhammedîden (asm) olan yüz binler Nurcularla),10 yani eskide “İttihad-ı Muhammedî” şimdi “Nurcular” nâmını alan ve İttihâd-ı İslâm içinde bulunan kardeşlerimizle müttefik olunması câlib-i dikkattir.

Ayrıca “Evet, Nurcular, siyâsetlerle alâkaları olmaz. Yalnız îmân hakîkatleriyle bütün hayatları bağlıdır. Şimdiye kadar gizli komiteden, siyâseti dinsizliğe ve zındıkaya âlet edenler, istibdad-ı mutlakla Nurcuları ezdiler. İnşâallah, bir sebep çıkar (Haşiye), o istibdâdı kıracak, mâsum ve mazlûm Nurcuları kurtaracak.”11 cümlesindeki ‘Haşiye’ şöyledir: “Demokrat çıktı, bir derece kırdı.”12 Bir diğer yer ise Emirdağ Lâhikası’nda: “Şimdi o kuvveti kıracak başka bir cereyan bu vatanda tezahüre başladığını gördüm.”13 şeklindedir. Bu başka cereyandan kasıt da “Demokrat çıktı” ifadesinin te’yididir. Yine bu çıkan cereyan ve sebep için Hilmi Uran’a yazılan mektupta da “Size karşı bir muarız çıkmış. Eğer o muarız mükemmel bir reis bulup hakâik-i imâniye nâmına çıksaydı, birden sizi mağlûp ederdi.”14 denilerek Demokratların ilk çıkan reisinin (Celal Bayar’ın) tam mükemmel bir reis olmadığı, ancak buna rağmen Ahrar Demokratların başına geçen bu mümessilin aleyhine de geçilmediği önemli bir noktadır. Çünkü Bediüzzaman Hazretleri meselelere şahıs merkezli değil, fikir ve misyon merkezli bakar.

Aynı tarihlerde Millet Partisi daha dindâr ve ekserî dindarların desteğini aldığı halde, zâhirî perdeler arkasında hükmeden âhirzaman fitnelerinin desîseleri Bediüzzaman Hazretleri’ne ihtâr edildiğinden hadiselere bu cihetten bakar ve baktırır. Zaman çok dehşetli olduğundan, maddî ve mânevî cereyanlar her şeyi kendi hesabına alıp istimâl ettiği için çok müteyakkız olunmalıdır. Kur’ânî prensipler olan Risâle-i Nur ile az mütehassis, metin, sağırca bir şahs-ı mânevî ile hareket edilmelidir.

Öyleyse “O vazîfe şimdilik bizde değildir.” Bizde olacağı zaman ise “yüzde altmış, yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla”15dır. Bu noktada ehil olanlar ise Üstadın tarif ettiği ve gösterdiği “Demokratlar”dır. Hem “Demokratlar, evvelki iki müthiş cereyana karşı bize (Nurculara) yardımcı hükmünde olabilirler. Hem onların dindar kısmı daima o iki dehşetli cereyana mesleklerince muarızdırlar.”16 Şimdilik bizde olmayan maddî cihâdın (siyasî vazîfenin) muktezâsı ise; eskiden Ahrarlar, şimdi ise Demokratlar olarak gösterilmiştir.

Dipnotlar:
1- Lem’alar, s: 268.
2- Emirdağ Lâhikası-II ,s: 515.
3- Emirdağ Lâhikası-II, s: 814.
4- Mektubat, s: 94.
5- Emirdağ Lâhikası-II, s: 814.
6- Şuâlar, s: 615.
7- Tarihçe-i Hayat, s: 932.
8- Emirdağ Lâhikası-II, s: 514.
9- Beyanat ve Tenvirler-s: 201,202.
10- Emirdağ Lâhikası-II, s: 527.
11- Emirdağ Lâhikası-I, s: 276.
12- Emirdağ Lâhikası-I, s: 276.
13- Emirdağ Lâhikası-II, s: 513.
14- Emirdağ Lâhikası-II, s: 376.
15- Emirdağ Lâhikası-II, s: 746.
16- Emirdağ Lâhikası-II, s: 815.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir