Çünkü Bediüzzaman; “En evvel benim meşrû dairedeki hürriyetime dokunmasınlar” 2 diye haykırmış bir kahramandır.
Çünkü Bediüzzaman; “hür adamların, hür memleketinin ilâhî kuruluş felsefesini, akıllara ve gönüllere nakşeden din adamıdır.”3
Çünkü Bediüzzaman; hür fikirli, vakârlı, İslâm’ın ve Kur’ân’ın şecâatını bizzat yaşayan bir fedaîdir.
Çünkü Bediüzzaman; “İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar. Herşey hür oldu; şerîat da hürdür, meşrûtiyet de. Mesâil-i şerîatı rüşvet vermeyeceğiz. Başkasının kusûru insanın kusûruna senet ve özür olamaz.” 4 diyebilmiş bir müfessirdir.
Çünkü Bediüzzaman; “Biz hür söylediğimizden dolayı ma’rûz kalacağımız bu mahkûmiyeti iftihârla karşılayacağız. Ve sadece ‘Allah bize yeter; O ne güzel vekildir’ 5 nidâsıyla dergâh-ı Kàdiyü’l-Hâcâta el açacağız” 6 diyebilen talebelere sahiptir.
Çünkü Bediüzzaman; hürriyette “insan her ne sefâhet ve rezâlet işlerse, başkasına zarar vermemek şartıyla birşey denilmez” 7 anlayışını kabûl etmediğini söylemiştir.
Çünkü Bediüzzaman; “Zirâ’, nâzenin hürriyet, âdâb-ı şerîatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Yoksa, sefâhet ve rezâletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdâdıdır. Nefs-i emmâreye esir olmaktır” 8 tesbitlerini yapmıştır.
Çünkü Bediüzzaman; “Hürriyet-i umûmî, efrâdın zerrât-ı hürriyâtının muhassalıdır. Hürriyetin şe’nî odur ki, ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın” 9 diye mükemmel bir hürriyet ta’rîfi yapmıştır.
Çünkü Bediüzzaman; ”Belki hürriyet budur ki: Kànûn-u adalet ve te’dîbten başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukûku mahfûz kalsın, herkes harekât-ı meşrûasında şâhâne serbest olsun ‘Allah’ı bırakıp da birbirimizi rab edinmeyelim’ 10 nehyinin sırrına mazhar olsun” 11 hakîkatini haykırmıştır.
Çünkü Bediüzzaman; “Hürriyetin kemâli, firavunluk taslamamak ve başkasının hürriyetini hafîfe almamaktır” 12 diyerek mükemmel bir ta’rîf dahâ yapmıştır.
Çünkü Bediüzzaman; “Şehâmet ve şefkat-i îmâniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir ki, o hürriyet-i şer’iye, âdâb-ı şer’iye ile süslenip garp medeniyet-i sefîhanesindeki seyyiatı atmaktır” 13 demektedir.
Çünkü Bediüzzaman; “İmandan gelen hürriyet-i şer’iye iki esası emreder” der. Bunlar:
1- Yanî, îmân bunu iktiza ediyor ki, tahakküm ve istibdâd ile başkasını tenzîl etmemek ve zillete düşürmemek ve zâlimlere tezellül etmemek… ‘Allah’a hakikî abd olan, başkalara abd olamaz.’
2- Birbirinizi, Allah’tan başka kendinize Rab yapmayınız. Yani, Allah’ı tanımayan, herşeye, herkese nispetine göre bir rubûbiyet tevehhüm eder, başına musallat eder.” 14 “Evet, hürriyet-i şer’iye Cenâb-ı Hakkın Rahmân, Rahîm tecellîsiyle bir ihsânıdır ve îmânın bir hassasıdır” 15 îzâhlarını yapmaktadır.
Çünkü Bediüzzaman; “Asıl mü’min hakkıyla hürdür. Sâni-i Âleme abd ve hizmetkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemek gerektir. Demek, ne kadar îmâna kuvvet verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur” 16 diye hürriyetin îmân ile kuvvet kazanacağına işaret etmiştir.
Çünkü Bediüzzaman; “İnsandaki şehâmet-i îmâniye şefkatle cihazlanmıştır. Şefkat ise bütün mahlûkata acımak ve onların hak ve hukûklarını korumayı gerektirir. ‘Ya’nî tezellül etmemek, haksızlara, zâlimlere zillet göstermemek, mazlûmları da zelil etmemek. Ya’nî, hürriyet-i şer’iyenin esâsları olan müstebitlere dalkavukluk etmemek ve bîçarelere tahakküm ve tekebbür etmemektir” 17 demektedir.
Çünkü Bediüzzaman; “Nasıl hürriyet îmânın hassasıdır?” diye soranlara cevâben; “Zirâ, râbıta-i îmân ile Sultan-ı Kâinata hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdâdı altına girmeye o adamın izzet ve şehâmet-i îmâniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukûkuna tecavüz etmeyi dahi, o adamın şefkat-i îmâniyesi bırakmaz. Evet, bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir bîçareye tahakküme dahi o hizmetkâr tenezzül etmez. Demek îmân ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saâdet” 18 hakîkatlerini haykıran Hür Adamdır.
İşte Bediüzzaman’ın dilinden Hür Adam!
Dipnotlar:
1- Emirdağ Lâhikası,2006,s:51; 2- Emirdağ Lâhikası, 2006, s: 51; 3- Tarihçe-i Hayat, 2006,s: 976; 4- Divan-ı Harb-i Örfî.1995,s: 65; 5- Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.; 6- Şuâlar, 2005, s: 883; 7- Münâzarât, 2007, s: 133; 8- Münâzarât. 2007, s: 134; 9- Münâzarât. 2007, s: 134; 10- Âl-i İmrân Sûresi, 3:64.; 11- Münâzarât. 2007, s: 138, 39; 12- Münâzarât, dipnot; 13- Hutbe-i Şâmiye, 1996, s: 66; 14- Hutbe-i Şâmiye, 1996, s: 66; 15- Hutbe-i Şâmiye, 1996, s: 67; 16- Hutbe-i Şâmiye, 1996, s: 103; 17- Hutbe-i Şâmiye, 1996, s: 41; 18- Münâzarât. 2007, s: 145.
Bâkî ÇİMİÇ-17.01.2011
[email protected]
http://www.yeniasya.com.tr/yazi_detay2.asp?id=444
Yeni Asya Gazetesi