Yolculukta görülen harika hâl; Namazın kerâmeti
Bediüzzaman’ın Mardin’de Ulu Camii’nin yüksek minaresine çıkıp minarenin şerefesinin üzerinde gezmesi kalabalık bir ahali tarafından izlenir. O sırada hâdiseyi haber alan ve oraya gelen jandarmalar müdahale ederler. Molla Saîd’i doğru valiye götürürler. Vali zaten böyle bir anı bekliyor olmalı ki, hemen askerleri ve atları hazırlatır. Molla Saîd’i bir ata bindirirler. Ellerini arkasına bağlarlar. Ayaklarını da atın karnının altına birbirine gaydalarlar. Yanına iki tane de silahlı asker(Fatih ve İbrahim) verip Bitlis’e doğru yola çıkardırlar. Bu, Molla Saîd’in elleri ve ayakları bağlı olarak yaptığı ilk yolculuktur. Hadisenin detayını takip edelim.
Bediüzzaman Hazretleri 1312 Hicrî;1895 Milâdî tarihinde Mardin’den Bitlis’e nefyedilmesi esnasında kerametvâri bir hâdise yaşanır. Mardin’den Bitlis’e nefyi esnasında Savur’un Ahmedî Köyü yakınlarından geçerken namaz vakti gelir. Molla Saîd namaz kılmak için kelepçelerin açılmasını ister. Hadise şöyle cereyan ediyor: “ Bediüzzaman Mardin’de siyasetle uğraşmakta idi. Ve ilk hayat-ı siyâsiyesi Mardin’de başlamıştır. Bunun üzerine bir mutasarrıfın pençe-i kahrıyla elleri bağlı, taht-el hıfz Bitlis’e nefyedildi. Jandarmalarla yolda giderken namaz vakti hulûl etmiş ve jandarmalara namazı kılmak için ayağını kayıdlardan açılmasını ihtâr etmiş ise de mümanâatta bulunmuşlardır. Bunun üzerine ellerini atar, demir kaydı bir mendil gibi açarak onlara gösterir. Muhafızlar bu hâli, keramet addedip hayretler içinde kaldılar. Molla Saîd ise muhafızlara tüfenklerinin teslim edilmesini emrederken jandarmalar teslimiyetle rica ve istirham etmişler. “Biz şimdiye kadar muhafız idik. Bundan sonra hizmetçiniziz.” diye Bitlis’e geldi”[1] Bir gün Bediüzzaman’a soruldu: “Kaydı nasıl açtın?” Dedi: “Ben de bilmem. Fakat, olsa olsa namazın kerâmetidir.”[2]
Hâdise başka bir kaynakta şöyle geçer: “İki jandarma arkadaşıyla yoluna devam eden bu üçlü kafile, Meşhur Şeyhmus-u Anzelî nâmındaki zatın medfun bulunduğu ziyaretgâh mevkiine, yâda sağlam rivayet olan Mardin Savur kazası Ahmedî Köyü civarına yaklaşınca, öğle namazı vakti hulûl eder. Molla Saîd-i Meşhur, jandarma muhafızlarından, namazını eda etmek için kelepçelerini açmalarını talep eder. Fakat jandarmalar, şüphelenerek açamayacaklarını bildirirler. Bunun üzerine hiddete gelen Molla Saîd, kelepçeleri bir mendil gibi açarak önlerine atar. Bu vak’ayı, bizzat içinde bulunmuş jandarma neferi İbrahim’den şahsen dinleyen Molla Abdülmecid Efendi hâtıra defterinde şöyle kaydetmiştir: “Mardin’den Bitlis’e nefyedilirken, muhafızlarından jandarma İbrahim ile bir gün Diyarbakır’da, kahvede konuşurken hikâyeyi şöyle nakletti:
– Delikanlı Saîd’i Mardin’den Bitlis’e menfiyen götürmekle me’mur edildim. Bir jandarma arkadaşım daha vardı. Saîd’i bir ata bindirerek ayaklarını atın karnının altında kaydettik, gittik. Yolda öğle namazını kılmak için:
– “Ayaklarımı açın!” dedi. Biz açmadık, kızdı. Nasıl yaptı bilmedik, baktık ki ayağını açtı, aşağı indi. Biz korktuk, bir şey söyleyemedik. Ne ise abdestini aldı, namazını kıldı. Yine atına bindi ve: “Geliniz kaydı ayağıma vurunuz!” dedi. Fakat biz kaydı vurmadık, öylece Bitlis’e götürdük.[3] Yeğeni Merhum Abdurrahman ise, Bediüzzaman’ın Bitlis’e varışını ve sonrasını şöyle devam ettirir: “Muhafızlar bu hâli keramet sayarak hayretler içinde kalırlar ve: “Biz şimdiye kadar muhafızlarınız idik. Bundan sonra hizmetçileriniziz” dediler. Öylece Bitlis’e gelirler.[4]
Son Şahitlerden Mustafa Sevilen anlatıyor: “Kelepçelerin nasıl açıldığını sordum”
“Sebilürreşad mecmuasında, Üstâd’ın gençlik senelerinde Mardin’de jandarmalarla sürgün edilmesinin tafsilatını okumuştum. Yazıda, namaz vakti girince Üstâd, namaz için kelepçelerin çözülmesini istiyor, fakat jandarmalar kelepçeleri açmıyorlar. Bunun üzerine Genç Saîd kelepçeleri bir mendil gibi açarak yere atıp, abdest almak için çeşmeye yöneliyor. Jandarmalar, ‘Aman efendimiz bizi affedin, biz şimdiye kadar sizin muhafızınız idik, bundan sonra hizmetkârınızız’ diyerek tekrar tekrar af ve özür diliyorlar. “Ben bu hâdiseyi kendilerinden sordum. Bana şu cevabı lütfettiler: “Beyefendi oğlum, ben Hazret-i Kur’ân’ı kendime rehber etmiş, Allah’a teveccüh etmiş bir kimseyim. Hakikaten böyle bir hâdise başımdan geçmişti. Kıbleye dönüp, dua ettim, sonra bir de baktım kelepçeler açılmış. Kelepçeleri jandarmaya verdiğim zaman jandarma korktu.”[5]
Hafız Namık Şenel anlatıyor: “Yine Hasan Hüsnü Mola diye bir zat anlatmıştı. Üstâd Hazretleri Bitlis’e eli bağlı olarak getirilirken namaz kılmak için jandarmalardan kelepçeyi çözmelerini istiyor. Onlar da kabul etmeyince Üstad Hazretleri kelepçeyi kırıyor, namazını kılıyor. Ben de Üstâd’a böyle bir şeyin olup olmadığını sordum. Üstad Hazretleri (hadiseyi doğrularken) belki de namazın kerametidir’ diye cevap verdi.”[6]
Abdülbâkî Çimiç
[1] Tarihçe-i Hayat,2013, s.72
[2] Tarihçe-i Hayat, 2013, s.72
[3] Hatıra Defteri, Molla Abdülmecid, s.11-12
[4] Mufassal Târihçe-i Hayâtı, Cilt-1,1998, s.124
[5] Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, Cilt-3, 1993, s.263
[6] Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, Cilt-4, 1993, s.105