“Hem çok müşkülpesend olma!”
Bediüzzaman Kastamonu Lahikası mektuplarının birinde bir talebesine çok önemli ikazlarda bulunur. Risale-i Nur hizmetleri ve Talebeler arasında nasıl hareket edilmesi gerektiğine dair hizmet prensipleri verir. Şöyle. “…Müsamahakârane geçininiz. Birbirinizin kusurunu görmeyiniz, tevil ediniz. Herkes senin gibi kahraman olamaz. Hem çok müşkülpesend olma. Aza kanaat ile, talebelerin az hizmetlerini de takdir et; tâ şevkleri kırılmasın. Hem Risale-in Nur’un dairesi geniştir, darlaştırma. Tâ ki aleyhdarlık fikri talebelere ve muhtaçlara ve siyasetçilere inad girmesin. Çünkü dinsizlerin safında dahi fakat istikbalde Risale-in Nur’un talebeleri var diye ümid ederiz.”[1]
Müşkülpesent olmamak!
Müşkülpesent, aşırı itina gösteren, titiz olan, zorla beğenen manasında bir kelimedir. Bu kelime işi zora sokan, kolay kolan razı olmayan, aza kanaat etmeyip hep şikâyet taraftarı olan mizaçlar için kullanılır.
Yukarıdaki mektupta müşkilpesent olmamamın ön şartları ifade edilmiş diyebiliriz.
Nur talebeleri birbirlerine karşı müsamahakâr olacak, birbirinin kusurunu görmeyecek, görse de tevil edecek. İlginçtir, Nur Talebeleri’nin kusuru olmaz denmiyor. Kusur olacak ancak, o kusur uhuvvet, tesanüd ve ittihad sırrıyla görülmeyecek veya tevil edilecek. Herkesten kahramanlık beklenmeyecek. İşi zora sokmadan hizmet edip aşırı titizlik gösterilmeyecek. Az da olsa yapılan hizmetlere kanaat edilecek. Diğer talebe kardeşlerin az hizmetleri takdir edilecek. Onların şevkini kıracak hâl ve davranışlardan kaçınılacak. Bir başka Kastamonu Lahikası mektuplarından Risale-i Nur dairesinin geniş olduğunu bilerek gelen kısmı dikkate alacak.“Risale-i Nur, bir daire değil; mutedahil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahipler ve haslar ve nâşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakat var.”[2]
Hilm ve teenni ve ulüvv-ü cenab göstermek
Üstad Bediüzzaman, talebesi Ahmed Nazif’e ehemmiyetli bir mektup daha yazar. Bu mektupta da Risale-i Nur’un kolayca hüsn-ü intişarının, talebelerinden üç şey istediğini belirtir. Şöyle: Birincisi: İtidal-i dem. Yani hilm ve teenni ve ulüvv-ü cenab göstermek.
İkincisi: Vazîfe-i hizmette kanâat etmek, müşkülpesend olmamak. Yani bu acib hâlât-ı ruhiyede ve ahlâk bozulması bir zamanda bazı zâtların Risale-i Nur’dan cüz’î istifadelerini kabul etmek. Sair kusurlarına binâen reddetmemek. Üçüncüsü: Kendi vazîfemizi yapmak, Cenab-ı Hakk’ın vazîfesine karışmamak. Yani muvaffak etmek ve halklara kabul ettirmek ve hüsn-ü tesir vermek; Cenab-ı Hakk’ın vazîfesidir, bize ait değildir. Biz yanlış bir tedbir ile kaçırmamak şartıyla ne kadar onlar kaçsalar, çekilseler belki de itiraz etseler, biz me’yus olmamalıyız, şevkimiz kırılmamalı. Belki daha ziyade ihlâs ile çalışmalıyız.”[3]
Nâ-ehillerin eline hakikatler verilmez!
Şimdi hakikat-i hâl böyleyken şahsî mizacımız ve fikr-i infirâdî hâlimiz Risale-i Nur hizmetlerine mani oluyor mu diye düşünmemiz gerekmiyor mu? Bediüzzaman “Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu demek doğru değildir. Zira senin gibi niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihati bazan damara dokundurur, aksülâmel yapar.”[4] diye boşuna söylememiş. Hatta “Nâ-ehillerin girmesi yüzünden bir derece suistimal ettiklerinden, rekabetkârâne ihtilâfa düşüp, hem kendine, hem cemâat-i İslâmiyeye ehemmiyetli zarar verir”[5]ler. “Onun için, kardeşlerime de tavsiye ediyorum ki, ihtiyat etsinler, nâ-ehillerin eline hakîkatleri vermesinler.”[6] demiş.
Abdülbâkî Çimiç
[1] https://www.nurasadakat.com/hem-cok-muskilpesend-olma.html (Kastamonu Lâhikası Gayr-i Münteşir 149/629)
[2] Kastamonu Lahikası, s.359
[3]GAYR-i MÜNTEŞİR>Muhtelif Lahikalar>Kastamonu Mektupları [Üstad] >GM, Muhtelif Lahikalar, Kastamonu Mektupları [Bediüzzaman]
[4] Mektubat, s.447
[5] Lemalar, s.384
[6] Age, s.217