“Ey insafsız ve dikkatsiz ve imânı zayıf, felsefesi kavî, hodbin, münekkit adam!”[1]
Üstâd Bediüzzaman Hazretleri bu cümlede münekkit adamı tavsif ediyor. Münekkit marazına tutulan bir adam öncelikle insafsız oluyor. Sonra sözünün hem kendisine, hem de muhatabına zararını düşünemeyecek kadar dikkatsiz olmalı ki; zaaf-ı îmân ile bu hatayı irtikâb edebiliyor. Münekkit adamın felsefesi de kuvvetli ki her şeyi daha iyi bildiğini düşünerek, hodbin ve bir o kadar da bencil durumdadır. O, tenkit hastalığı ile kendince herkesi düzeltip irşâd etmeyi düşünmüş olmalı ki, bu menfî yolu seçmiş. Münekkit adam kendince hilâf-ı hakikat ve kat’î muhalif‑i vaki gördüğü her şeyi bahane ederek tenkit eder. Tenkitte ölçüsüzdür. Aynı zamanda insafsız ve acımasızdır. Muhali talep etmekten kaçınmaz. Hâlbuki muhali talep etmek adetullaha zıttır. Muhali talep eden, öncelikle kendisine zarar eder.
Ehl-i imân arasında uyarı başka, îkaz başka, ihtâr başka, tesâdüm-ü efkâr ve tehâlüf-ü ukûl daha başkadır. Uyarmak, îkaz etmek ve kusurumuzu Allah için birbirimize söylemek hiçbir cihetle menfî tenkit olarak düşünülmemelidir. Çünkü her mü’min “İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmakla (Emr-i bil Maruf ve Nehy-i anil Münker)” vazifelidir.
Menfî tenkit, ölçüsüz ve mizansız eleştiridir. Münekkit de tenkitkâr olup, tenkit hastalığına müptela duruma düşmüş adamdır. Menfî münekkit olmak bir nevi mânevî hastalıktır. Tenkit kolay kolay hazmedilebilecek bir sıfat da değildir. Nefsin hoşuna da gitmiyor. Tenkit edilmekten çoğu insan hoşlanmıyor. Çünkü tenkit insanları hırpalıyor. Tabir-i caiz ise insanın kimyasını bozuyor. Tenkit karşısında insanlar bütün savunma mekanizmaları ile harekete geçebiliyor. Bazı insanları küstüren ve kendi âlemine hapseden belki de su-i niyetle istimal edilen insafsız tenkitler olmalıdır.
Menfî tenkiti istimal eden kişi müsbet hareket de edemiyor. Hele bazı mizaçlar var ki menfî tenkiti fırsatı ganimet bilme kabilinden her yerde istimal edebiliyor. Bazıları da kalemi ve çenesi ile mukabele-i bilmisil kaidesi gereğince muhalif gördüklerinin –kendince- hakkından gelmeye çalıyor! Ölçüsüz ve mizansız tenkitle veriyor, veriştiriyor! Bu durumda ne hak, ne hukuk tanınıyor. Hatta insaf ve vicdan düsturlarına sığmayacak kadar ileri gidilebiliyor! Nefis bu tür mukabelelerden elbette çok zevk alıyor olmalı. Hele ki bu gibi menfî tenkit durumlarında şeytanın keyfine diyecek yoktur.
Asrın Sahibi ve son müceddidi olan Bediüzzaman Hazretleri elbette ki her konuda çıkış yolu gösterirken bu konuda da Risale-i Nur külliyatı’nda gerekli izahları yapmış ve îkazlarda bulunmuştur. O’na kulak vermek ve O’nun reçetesi ile tenkit meselesine bakmanın en isabetli bakış açısı olacağı kanâatindeyiz.
Öncelikle Bediüzzman Hazretleri’nin tenkit konusunda talebelerine îkazlarıyla karşılaşıyoruz. İşte birkaç numune; ”Sakın, sakın birbirinizin kusuruna bakmayın. Hiddet yerinde hürmet ediniz, itiraz yerinde yardım ediniz.[2]” Öncelikle birbirimizin kusuruna bakmayacağız. Kusur arayan değil, kusura bakmayan olacağız. Çünkü “İnsan kusurdan, nisyandan hâli değil.”dir. Hiddet yerinde hürmet edeceğiz. Belki karşılaştığımız davranış ve fiil hiddeti gerektiriyor olabilir. Ancak yine de hiddet etmeyip yönümüzü, yüzümüzü ve niyetimizi hürmete ve hizmete çevireceğiz. Maharet burada başlıyor. Zaman hiddeti değil, hürmeti zaruri kılıyor. Bizler de hürmette ileride olacağız. İtiraz yerinde birbirimize yardım edeceğiz. Öyle diyor Nur Üstadımız. Belki de itiraz edecek öyle haklı yönlerimiz ve gerekçelerimiz olacak! Yine de itiraz etmeyeceğiz. Bu durumda haklı da olsak; kusur arayan, hiddet eden ve itiraz eden konumda olmayacağız. Olursak Üstadın yanında haksız duruma düşmüş oluyoruz. İşte bunun delili; “Sakın, sakın münâkaşa etmeyiniz; casus kulaklar istifade ederler. Haklı olsa, haksız olsa bu halimizde münâkaşa eden haksızdır. Bir dirhem hakkı varsa, münâkaşa ile bin dirhem bizlere zararı dokunabilir.”[3]
Bediüzzman Hazretleri îkazlarına devam ediyor.” Hem birbirinizi tenkit etmeyiniz. Demeyiniz ki: “Sen böyle yapmasaydın, böyle olmayacaktı.”[4] Öncelikle birbirimizi tenkit etmeyecekmişiz. Yani menfî tarzda ve insafsızca eleştirmeyeceğiz. Niçin eleştirmeyeceğiz? Çünkü bu asır, helâket-felâket asrı ve fitne-fesâd asrıdır. Hem “Bunun için bin üç yüz sene zarfında emr-i Peygamberî ile bütün ümmet o fitneden istiâze etmiş.”[5] Bu nedenle de bu asırdaki cereyan-ı nemrûdâneler ehl-i îmânın arasındaki en küçük tenkiti ve eleştiriyi dahi kendi lehlerinde istimal edecekler ve bununla darbeler vuracaklar. Buna işareten Bediüzzaman Hazretleri Uhuvvet Risalesi’nde şöyle demektedir. “Ehâdis-i şerifede gelmiş ki: “Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhâs-ı müdhişe-i muzırraları, İslâmın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek, az bir kuvvetle nev-i beşeri hercümerc eder ve koca âlem-i İslâmı esaret altına alır.”[6] İşte bu sebepledir ki Bediüzzaman Hazretleri en küçük bir menfî tenkit ve münakâşayı dahi kabul etmemiş ve özelde talebelerini genelde de ehl-i İslâmı tenkit hastalığından kaçınmaya ve azami olarak dikkat etmeye davet etmiştir.
Asrın Sahibi îkazlarına devam ediyor. Çok önemli ve bir o kadar da dikkat edeceğimiz hakikatleri nazarlarımıza sunuyor. Zamanın tahlilini yapıyor ve bütün dikkatleri oraya yöneltiyor. Ve şöyle diyor. “Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis daima kötülüğe sevk eder.”[7] âyet-i kerimesinin sırrıyla nefs-i emmâreme itimad edemem. Nefis kusursuz olmaz. Fakat şimdi bu zamanda ejderhalar, ifritler hükmünde dinsizlik komitelerinin hücumları ve tahribatları zamanında, müdafaamda, bende görünen o sinek kanadı kadar kusurları görmek, o hücum edenlere bir yardım hükmüne geçmektir.”[8] Şimdi bu zamanda hücum ve tahribatı yapanlar ejderhalar ve ifritler hükmünde olan dinsizlik komiteleridir. Böyle bir zamanda birbirimizde görünen hakikatte sinek kanadı kadar kusurları büyütmek ve tenkit etmek o hücum eden ejderhalara ve ifritlere yardım hükmüne geçecek ve bizleri de mes’ul edecektir. Bu mes’uliyete bile bile ortak olmamak için azami derecede dikkat etmek zarureti ile karşı karşıyayız. Bu imtihanı kazanmak için Bediüzzaman Hazretleri’ne kulak vermek ve onun îkazları ile tahrip edici tenkitlerden kaçınmak zorundayız.
Öyleyse “Sakın! Dikkat ediniz, ihtilâf-ı meşrebinizden ve zayıf damarlarınızdan ve derd-i maişet zaruretinizden ehl-i dalâlet istifade edip, birbirinizi tenkit ettirmeye meydan vermeyiniz. Meşveret-i şer’iyeyle reylerinizi teşettütten muhafaza ediniz. İhlâs Risalesinin düsturlarını her vakit göz önünüzde bulundurunuz. Yoksa, az bir ihtilâf bu vakitte Risale-i Nur’a büyük bir zarar verebilir. Hattâ sizden saklamam, işte şimdi Feyzi de, Emin de biliyorlar ki, mabeyninizde gayet ehemmiyetsiz bir tenkit, bize burada zarar veriyor gibi, size, hiç bilmediğim halde, bu noktaya dair iki mektup yazdım ve ruhen çok endişe ediyordum. “Acaba yeni bir taarruz mu var?” diye muzdarip idim. İnsan kusursuz olmaz ve rakipsiz de olmaz. Risale-i Nur’un kahraman şakirtleri her müşkilâta galebe ettikleri gibi; inşaâllah bu ehemmiyetli ve dehşetli mevsimde yine galebe ederler. Safvet ve ihlâslarını bozmayacaklar ve hizmetlerine fütur getirmeyecekler.[9]” tavsiyelerine dikkat etmeliyiz.
Abdülbâkîki ÇİMİÇ
Dipnotlar