“Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı mânevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı. Lillâhilhamd, Risâletü’n-Nûr, bu asrı, belki gelen istikbâlî tenvir edebilir bir mucîze-i Kur’âniye olduğunu çok tecrübeler ve vâkıalarla körlere de göstermiş. Ona ait medh ü senânız tam yerindedir.(Kastamonu Lâhikası,2006,s:19)”
Evet, Efendimiz (asm) “Ümmetimin âlimleri İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir.”(el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ: 2:64) fermân etmiş. Gavs-ı Âzam şâh-ı Geylânî, İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Rabânî gibi hem şahsen, hem vazîfeten büyük ve hârika zatlar, bu hadîsi, kıymettar irşâdatlarıyla ve eserleriyle fiilen tasdik etmişler. O zamanlar bir cihette ferdîyet zamanı olduğundan, hikmet-i Rabbânîye onlar gibi feridleri ve kudsî dâhileri ümmetin imdadına göndermiş.
Şimdi ise, aynı vazîfeye, fakat müşkilâtlı ve dehşetli şerait içinde, bir şahs-ı mânevî hükmünde bulunan Risâletü’n-Nûr’u ve sırr-ı tesanüdle bir ferd-i ferîd mânâsında olan şakirtlerini bu cemaat zamanında o mühim vazîfeye koşturmuş. Bu sırra binaen, benim gibi bir neferin ağırlaşmış müşîriyet makamında ancak bir dümdarlık vazîfesi var.( Kastamonu Lâhikası,2006,s:20,21)”
“Evet, bu asrın ehemmiyetli ve mânevî ve ilmî bir mürşidî olan Risâletü’n-Nûr’un heyet-i mecmuası, sâir şahsî büyük mürşidler gibi kendine muvâfık ve hakîkat-i ilmîyeye münâsip olarak, birkaç nev’îde ve bilhassa hakaîk-i imâniyenin izhârında, intişarında azîm kerâmetleri olduğu gibi,….(Kastamonıu Lâhikası,2006,s:25)”
“Risâle-i Nûr da ekseriyet itibarıyla kendi kendine ders verip muallimlere ihtiyaç bırakmadığından, bu tedris vazîfemde bana istirahat ve tebrik nev’inde bir ihsan-ı ilâhî olarak bu acip hastalık benim istirahatime medar oldu. Hem benim rûhuma geldi ki: Senin binler, belki yüz binler Saidcikler, senin bedeline ders verecek ve konuşacaklar var. İhsan-ı ilâhî ile Risâle-i Nûr, başka ilimler gibi meşakkatli derslere muhtaç değil. (Emirdağ Lâhikası,2006,s:847)”
Risâle-i Nûr eserleri geleneksel şahsa dayalı eserler misillü hizmet tarzlarından farklı olan bir tarzı bu âhirzaman asrının insanlarına sunmuştur. Şahsa ve mürşide ihtiyaç bırakmaz. Her Risâle-i Nûr muhatabı mutlaka okuduğu eserlerden istifâde eder ve anladığı kadarı ile devam ettiği sürece imânı kuvvetlenir.
Ayrıca Risâle-i Nûr eserleri birbirine tercih edilmez ve her bir meselesini herkes tam anlayamaz izahlarını da müellifi yapmıştır. Çünkü Bedîüzzamân imân hakîkatlerinin izahı olduğunu belirtir. Onun için cemaat şeklinde okumak en çok istifâdeli olan şekildir. Cemaat olunarak samimi ittihad ile Risâle-i Nûrların şahs-ı mânevisi tahakkuk eder ve o şahs-ı mânevinin bereketi ile yapılan dersler şahsî okumalardan kat kat daha istifâdeli ve verimli olur.
Hem Bedîüzzamân Risâle-i Nûr dairesinin çok geniş olduğunu beyan eder. Bu dairelerin en önemlisini erkân ve has talabeler teşkil eder. Bundan sonra ise hizmette en makbul daire tâlebelik dairesidir ve Risâle-i Nûrlara tâlebe olmak büyük bir mazhariyettir.
Risâle-i Nûrlara muhatap olanlar âllâme ve müçtehidler de olsalar vazîfeleri Bedîüzzamân tarafından izah edilmiştir. Onların vazîfeleri “şerh, izah ve tanzimlerdir”.Bunların dışında bir şey yapmaya kalkanları ise Bedîüzzamân “Soğuk bir muazara ve nakıs bir taklitçilik” olarak tâ’rif etmiştir.
Öyleyse bütün kuvvetimizle Risâle-i Nûrlara ihlâs, sadâkat ve tesânüd sıfatları ile çalışmalıyız. Bu hizmet-i Kur’ân’iyeye uygun olmayan davranışlardan uzak durmalıyız. Bedîüzzamân’ın mesleği olan cadde-i kübrâ-i Kur’ân’iyeye uygun hareket etmeliyiz diye inanıyoruz.
Risâle-i Nûrlar nazdar çiçekler gibi kendisine muhabbet duyanlara ve ihtiyacını tam hissedenlere tebessüm ederek açılıyor. Bazen de o yüksek dallarındaki olgunlaşmış meyvelerini aczini ve fakrını tam hissedenlerin istifâdesi için aşağıya eğiyor. Bazen bir köylü veya çoban veya zâhiren sıradan kabul ettiğimiz insanlar Risâle-i Nûrlardan ulemâlardan dahâ fazla feyiz alıyor ve nasipleniyor. Çünkü onlar Risâle-i Nûrlara sâfî bir niyet ve kalble muhatap oluyorlar.
Bazen de şahs-ı mânevinin oluşması ve himmeti bizlere de iksir-i nûrani olan feyizleri veriyor. Bu sır tamamen ihlâs ve tesânüd sıfatları ile meydana gelen şahs-ı mânevinin tezahürü ile gerçekleşiyor olmalıdır. Böylece hepimiz o şahs-ı maneviden hem kuvvet alıyor, hem kuvvet kazanıyor ve hem de kuvvet veriyoruz. Bu kuvvetle feyizleniyoruz ve nûrlanıyoruz.
Risâle-i Nûr hizmetinde şahıs hiçtir ve hiç ehemmiyeti ve kıymeti yoktur diyemiyoruz. Ancak şahısların ihlâs, sadakât ve tesânütlerinden meydana gelen şahs-ı mânevî söz sahibidir ve mürşidlik vazîfesi de o şahs-ı maneviyeye aittir diye inanıyoruz.
Bu davâda sakıncalı ve sıkıntılı olan, kardeşlerine karşı mürşid vaziyeti takınılmasıdır. Risâle-i Nûrların şahs-ı mânevîsi mürşid olarak bizlere yetmeli ve onun şahs-ı mânevisî ile şakirtlerinin şahs-ı mânevîsinin feyzine kanaat etmeliyiz diye inanıyoruz.
Bir ağabeyden veya tecrübeli bir tâlebeden ders dinlemek noktasındaki düşüncemiz ise şudur. Ağabeyler kendilerinden bir şey ortaya koyuyor değillerdir. Sadece Risâle-i Nûrlardan fâzîlet noktasında istifâdeleri ve bilgileri ileri safhadadır. Ağabeyler o elmas hakîkatlere ayna olmaları noktasında elbetteki kıymetlidirler. Fazîlet noktasında ağabeylerimiz olurlar. Onların tecrübelerinden, okudukları derslerden bizler de istifâde ve istifâza ederiz. Bu meziyetler Risâle-i Nûrların şahs-ı mânevî havuzuna ait olmalıdır ve şahıslar temellük etmemeli ve edilmemelidir diye düşünüyoruz. Çünkü bu hizmetin kevser-i Kur’ânîye havuzu vardır ve ona güç ve kuvvet vermek ve almak elzemdir diye inanıyoruz.
Esasında bu hizmette ihlâs sırrı ile büyük kerametler ve bereketler ihsan edildiğini okuyor ve biliyoruz. Maharet çok zeki olmakta ve çok bilmekte değildir. Bütün maharet sırr-ı ihlâs ile iştirak etmektir. Bereketlendirmek ve kalb ve gönüllerde tesir ettirmek Rabbimizin ihsanı ve izni iledir.
Risâle-i Nûrlara kanaat etmek ve ondan tezâhür eden şahs-ı mânevîyeye göre hareket etmek derecesinde istifâde ve istifâza dereceleri de tazayüd edecektir inancındayız. Yoksa birileri olmadan, falan filan isimler bulunmadan bu dâvâ olmaz ve gitmez düşüncesinin Risâle-i Nûrlara ve onun şahs-ı mânevîyesine uygun olmayan bir düşünce olduğuna inanıyoruz.
Öyleyse Risâle-i Nûrları cemaat olarak okumalı, şahs-ı mânevî düsturuna muvafık olarak hem Risâle-i Nûrların (Bedîüzzamân’ın) şahs-ı mânevîsini hem de ihlâs, sadâkat ve tesânüt sıfatlarından tezâhür eden şakirtlerinin şahs-ı mânevîyesini muhatap kabul etmeli, ağabey ve diğer Nûr hâdimlerini de bu şahs-ı mânevîyenin birer âzâsı ve hassesi kabul etmeliyiz diye düşünüyoruz.