Meylü’t-tefevvuk kapısı

Meylü’t-tefevvuk kapısı

Meylü’t tefevvuk, başkalarına nispetle üstünlük elde etme meyli ve isteğidir. Aynı zamanda meylü’t tefevvuk, hırs-ı kâzip ve re’s-i riyâdır. Yani aldatıcı hırs ve riyanın başıdır. Mazi asrının mükümferma olan mergup ahvâlidir. Çünkü o mazi asrında hükümferma olan hissiyat ve meyilleri ortaya çıkaran ve kuvvet veren meylü’t-tefevvuktur.

Meylü’t-tefevvuk, hissiyat ve müyulâta kuvvet vererek o zamanın ehlini irşat için ikna edici konuşmalar yapmaya kâfi idi. Bu tür konuşmalar hissiyatı okşamaya ve meyillere tesir ettiren iddiaları süslendirmeye ve şaşaalandırmaya veyahut tradeji ve drama veya kuvve-i belâgatle hayale me’nus kılmak, bürhanın yerini tutar idi. “Fakat bizi onlara kıyas etmek, hareket-i ric’iye(geri dönme) ile o zamanın köşelerine sokmak demektir. Her bir zamanın bir hükmü var. Biz delil isteriz, tasvir-i müddea ile aldanmayız.”[1] Mazi kıtasında insanların âlemlerinde hüküm süren hisler ve meyiller, garaz, kin, düşmanlık ve üstünlük kurmaydı. O zamanın insanlarına kuvvetli bir hatibin hitabeti ve irşadı kâfi idi. Hâlbuki bu ahirzaman asrını onlara kıyas etmek doğru değildir. Bu asrın insanları medeni olduğu için, delil ile ikna edilmelidir. Bediüzzaman “Medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşîler gibi icbar ile değildir.”[2] “İcbar ve husumet, söz anlamayan veya anlamak istemeyen vahşîlerin vahşetine karşıdır.”[3]

Ene değil, nahnü

Bizleri zindan-ı atalete sevk eden manilerin birisi de meylü’t-tefevvuk istibdadıdır. Bediüzzaman buna şöyle temas eder: “Müzahemetsiz olan hakkın hizmetinin yerini zapteden meylü’t-tefevvuk istibdadı hücuma başlar. Himmetin başına vurur, atından düşürttürür.”[4] Demek ki ‘meylü’t-tefevvuk’, yani üstünlük taslama, üstün gelme ve görünme meyli, hakkın hizmetinin yerini tutmaya başlar. Bu vaziyette ‘ben’ yani ene devreye girer. Enenin devreye girmesi hizmet değil, hezimettir. Bu hizmette ene yok, nahnü var. Şahs-ı mânevîye dahil olan bir fert, herkesten üstün görünmeye değil, Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmalıdır. Çünkü “Etrafına toplandığımız hizmet-i Kur’âniye, ene‘yi kabul etmiyor, nahnü istiyor. “Ben demeyiniz, biz deyiniz” diyor.”[5]

Künû lillâhi
Meylü’t-tefevvuk manisine karşı, “Künû lillâhi” (Allah için olunuz!) hakikatiyle mukabele edilmelidir. Her şeyi Allah rızası için yapmak gerekir… Yani, himmeti şevk bineğinden düşürüp, hizmet ehlini yolundan alıkoyan bu düşmanı alt etmenin tek çaresi, hakka hizmetin aslını ve ruhunu oluşturan ve hayata da hakiki manasını veren “rıza-yı İlâhî” hedefine yönelmektir. “Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız” hakikatlerindeki mânâları yaşamaktır.

Belki sen kendini o recül-i fâcir bilmelisin

Hak ve hakikate hizmette müzahame, münakaşa, niza’a ve ihtilafa yer yoktur. Çünkü sırr-ı ihlâs sırf rıza-i ilâhi için çalışmayı gerektirir. Dünyevî hatta uhrevî neticeler bizzat kastî olarak istenilmez. Hususan Risale-i Nur hizmetleri müsbet hareket düsturu ile ifa edilir. Çünkü Hakkın hizmetinin menfiliğe ihtiyacı yoktur. İstibdat, tasannu ve meyl-üt tefevvuk ile hareket ettikten sonra, muvaffak bile olsan, galip bile gelsen, hakikat nokta-i nazarında mağlup olunmuştur. İnsan “Halk içinde ben intihab edildim. Bu meyveler benim ile gösteriliyor. Demek bir meziyetim var.”[6] vartasına düşebilir.  “Hâyır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünkü herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi.”[7] Diye düşünmelidir. Üstünlük vesilesi kabul ettiğimiz imkânlar veya vesile olduğumuz güzelliklerde sakın hadiste belirtilen recül-ül facir biz olmayalım?  Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi “Sen ey riyakâr nefsim! “Dine hizmet ettim” diye gururlanma.  “Allah bu dini facir bir adamın eliyle de kuvvetlendirir”[8] sırrınca müzekkâ (tezkiye edilmiş paklanmış aklanmış) olmadığın için, belki sen kendini o recül-i fâcir bilmelisin. Hizmetini, ubudiyetini; geçen nimetlerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve farîza-i hilkat ve netice-i san’at bil, ucb ve riyadan kurtul.”[9]

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Muhakemat, s.58

[2] Eski Said Dönemi Eserleri(Makalat), s.51

[3] Age, s.92

[4] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), s.298

[5] Mektubat, s.772

[6] Sözler, s.364

[7] Age, s.364

[8] Buharî, 8:88.

[9] Sözler, s.769

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir