Meyl-i Dünyaya Hırs

Meyl-i dünyaya hırs

Risale-i Nur’da Dünya’nın üç yüzünün bulunduğu ifade edilir. Üçüncü yüz, insanın hevesâtına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel’abe-i hevesâtı olan yüzdür. Bediüzzaman, dünyanın bu üçüncü yüzü için şu izahatı yapar: “Şu yüz çirkindir. Çünkü fânidir, zâildir, elemlidir, aldatır.”[1]

Buna binaen “Dünyanın zevki, lezzeti devam etmiyor. Hususan meşru olmazsa, hem devamsız, hem elemli, hem günahlı oluyor.”[2]  Hem fani dünyanın bir günlük gayr-ı meşru lezzeti bazan bir sene mânevî elem çektiriyor. Öyleyse dünyanın fani, geçici, insanın hevasatına ve gafletine bakan, arzu ve hevasatını uyandıran oyunlarına meyletmemek gerekiyor. Ancak nefs-i insaniye dünya hayatına müştak ve meyl-i dünyaya hırs gösteriyor. Hâlbuki insanlarda, hususan mü’minde hırs sebeb-i hasârettir ve sefalettir. Hırsla dünyaya yapışan ve aşk ile hayat-ı dünyeviyeye bağlanan insanların ve toplumların akıbetleri ortadadır. Zillet ve felâketlere maruz kaldıkları tecrübeyle sabittir. Burada şu noktayı dikkate almak gerekir. Mahbuplara olan aşk-ı mecazî aşk-ı hakikîye inkılâp ettiği gibi, ekser insanlarda bulunan, dünyaya karşı olan aşk-ı mecazî dahi bir aşk-ı hakikîye inkılâp edebilir. Burada mühim olan hissiyatlarımızı mecazî olan dünyevi cihetten, hakikî olan mânevî cihete çevirmek olmalıdır.

Evet, ehl-i hakikat ve ahiret olanlarda hubb-ı dünya ve meyl-i mâsiva kalmaz. Dünyanın fani ve muvakkat lezzetleri söner. Akıl, kalb ve ruh iman ile lezzet alır. Dünya ahiretin bir mezrası, esma tecellilerinin bir sergisi olur. İnsan, iman ve Allah’a hakiki kul olmanın lezzetini yaşar. Ehl-i hakikat dünyayı ahiretin bir mezrası ve tecelli-i esma olarak kabul eder. Hissiyatının hafiflerini dünya işlerine, şiddetlilerini ise ahiret ve maneviyata sarf eder. Hâlbuki meyl-i dünyaya hırs, hasaret getirir. İnsanın dünya ve ahiret hayatını kâbusa çevirir. Saadet-i dareyn isteyen hem bu dünyasını, hem de ahiretini mamur edebilir. Mesut bir hayat yaşayabilir. Yapacağı İslâmiyet dairesinde ve sünnet-i seniyye içerisinde bir hayatı yaşamaya çalışmaktır. Nur Talebeleri bu hayatı Risale-i Nur hakikatleri ile yaşamaya çalışırlar. Mes’ut bir âile hayatı bu yolla mümkün olabilir.

Ehl-i dünya şöyle der: “Ben, saadet-i dünyayı ve lezzet-i hayatı ve terakkiyât-ı medeniyeti ve kemâl-i san’atı, kendimce, âhireti düşünmemekte ve Allah’ı tanımamakta ve hubb-u dünyada ve hürriyette ve kendine güvenmekte gördüğüm için, insanın ekserisini bu yola şeytanın himmetiyle sevk ettim ve ediyorum.”[3] Halbuki ehl-i iman iken ehl-i dalâlete o hubb-u dünya ve o sır için tâbi olmak tehlikesinden kurtarmanın çare-i yegânesi, dünyada dahi cehennem azabı gibi elemleri göstermekle olur ki, Risale-i Nur o meslekten gidiyor. Öyleyse “Nasihat istersen ölüm yeter. Evet, ölümü düşünen, hubb-u dünyadan kurtulur ve âhiretine ciddî çalışır.”[4]

Ey insan! “Bil ki, şu âlemin fenâsından sonra sana refakat etmeyen ve dünyanın harabıyla senden mufarakat eden birşeye kalbini bağlamak sana lâyık değildir. Hususan senin asrının inkırazıyla seni terk edip arka çeviren ve bahusus berzah seferinde arkadaşlık etmeyen ve hususan seni kabir kapısına kadar teşyî etmeyen, hususan bir iki sene zarfında ebedî bir firakla senden ayrılıp günahını senin boynuna takan, hususan senin rağmına olarak husulü ânında seni terk eden fâni şeylerle kalbini bağlamak kâr-ı akıl değildir.”[5]

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Sözler, s.1018

[2] Lemalar, s.477

[3] Sözler, s.1029

[4] Mektubat, s.475

[5] Lemalar, s.288

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir