Menhiyât
Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Günahlar, hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır; bu hayat-ı dünyeviyede dahi kalb, vicdan, ruh için mânevî hastalıklardır.”[1] Kötü hasletler, bâtıl itikadlar, günahlar, bid’alar mânevî kirlerden ve menhiyattandır. Âhirzamanın fitnesinde, menhiyatlar serbestçe dolaşıyor. Çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebâir ile yaralıyorlar; belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar. Bu ahirzaman fitneleri, gençlerimizi ahlâksızlıklara alıştıran ve menhiyâta teşcî eden frenkmeşrebâne bir cereyan olarak tahribat yapıyor. Asrî gençler, içinde yaşadığımız asra uymuş, nefis ve hevasına tabi olmuş ve her türlü menhiyâta ve denâeti irtikâb ederek ebedî hayatının zararına bir hayat yaşamayı seçiyor.
Günahlar mânevî hastalıktır
Rabbimiz ayetinde “Kazandıkları günahlar, kalblerini kaplayıp karartmıştır.”[2] buyurur. Menhiyât, dînin yasak ettiği, nehyettiği şeyler, yasaklardır. Menhiyât-ı şer’iyede illet, nehy-i ilâhîdir. Bu zamanda her nevi fuhşiyat ve menhiyât aleni denilecek derecede ve ayıplanmaz bir tarzda umûmileşmiş ve her nevi şenâat-i ahlâkiyenin adına hürriyet ve medeniyet namı verilmiş. Kötü hasletler, bâtıl itikadlar, günahlar, bid’alar mânevî kirlerden olduklarını unutmamalıyız. “Evet bu zamanlarda öyle günahlar, zulümler oluyor ki; rahmet istemeye yüzümüz kalmıyor; masum hayvanlar da azab çekerler.”[3] Bu zaman ve zeminde öyle dehşetli zulümler ve günahlar işleniyor ki bunun sebebi şöyle açıklanmış: “Beşerde, hayvanın aksine olarak, kuvâ ve müyul fıtraten tahdit edilmemiş. Meyl-i zulüm, hubb-u nefis dehşetli meydan alıyor. Evet, ene ve enaniyetin eşkâl-i habîsesi olan hodgâmlık, hodbinlik, hodendişlik, gurur ve inat o meyle inzimam etse, öyle ekberü’l-kebâiri icad eder ki, daha beşer ona isim bulmamış. Cehennemin lüzumuna delil olduğu gibi, cezası da yalnız Cehennem olabilir.”[4]
Yedi Kebâir
Bediüzzaman’a Yedi kebâir sual edilir. Verilen cevap şöyle “Kebâir çoktur; fakat ekberü’l-kebâir ve mûbikat-ı seb’a tâbir edilen günahlar yedidir: Katl, zina, şarap, ukuk-u vâlideyn (yani kat-ı sıla-i rahim), kumar, yalancı şehadetlik, dine zarar verecek bid’alara taraftar olmaktır.”[5] Bunlar dinimizin men ettiği büyük kebâirlerdir. Bu asırda “Her cihette günahlar serbestçe insanı sarıyorlar.” Bunlara karşı koyabilecek yegâne çare “Risaletü’n-Nur’un hakikî ve sadık şakirtlerinin mâbeynlerindeki düstur-u esasiye olan iştirak-i a’mâl-i uhreviye kanunuyla ve samimî ve sâdık tesanüd sırrıyla herbir hâlis, hakikî şakirt, bir dille değil, belki kardeşleri adedince dillerle ibadet edip istiğfar eder. Bin taraftan hücum eden günahlara karşı bin dille mukabele eder. İhlâs ve sadâkat ve sünnet-i seniyyeye mütâbaat ve hizmet derecesine göre o küllî ubûdiyete sahip olur.”[6] Çünkü günahlar bin yerden hücum ediyor. Bu zamanda takvalık, hususi ibadet bin yerden gelen günahlara bir dil ile mukabele etmek, hiçbir ferdin kârı değildir. Onun içindir ki, her bir Risale-i Nur talebesi bin dil ile dua eder. Bin yerden gelen günahlara mukabele eder. Bizim aklımız yüz kat daha fazlalaşsa, ancak Risale-i Nur’a kâfi gelebilir.
Elhasıl: “Dünyanın acib aldatıcı ve elemli ve zînetli muvakkat şaşaalı hayat-ı sefihanesi câzibelerine kapılan ve hayat-ı içtimaiyenin azîm günahlarına maruz kalan bizler bilmeliyiz ki: Bu müdhiş ve fakat elem-i mânevî görmediğimiz için muvakkat ve zahirî ve aldatıcı riyakâr güler yüzüne aldanarak düştüğü girdabdan kurtulmak çaresini ancak her türlü âhirzaman fitne ve dalalet ve ilhadına karşı metin ve sarsılmaz kal’a-i nur olan Risale-i Nur çerçevesi içerisine girerek, sadakat-ı tâmme ve ihlâs-ı etem ile”[7] kurtulabiliriz.
Abdülbâkî Çimiç
[1] Lemalar, s.487
[2] Mutaffifîn Sûresi, 83:14
[3] Emirdağ lahikası-I, s.73
[4] ESDE(Sünuhat), s.479
[5] Barla Lahikası, s.534
[6] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s.282
[7] G.M.Kastamonu Lahikası Talebe Mektupları