Melâikelerin Mâhiyeti ve Vazîfeleri
Melâike, Allah’ın mükerrem kullarıdır. Verilen hiçbir emre muhalefetleri yoktur. Hem melâikeler latif ve nuranî cisimlerdir; muhtelif nevilere inkısam ediyorlar. Onun içindir melâike ecnas-ı muhtelifedir.[1] Melekler sırr-ı teklife dâhil olmadığı için kıyas-ı vahide de gerek olmaz. Çünkü mertebe yoktur. Onlar sırf emredileni yaparlar.
“Melâike, ibâd-ı mükerremdir. Emre muhalefet etmezler, ecsâm-ı latîfe-i nûrâniyedirler. Envâ-ı muhtelifeye münkasımdırlar. Melâike bir ümmettir ki, sıfat-ı iradeden gelen şeriat-ı tekvîniyenin hamelesi ve mümessili ve mümtesilidirler. Müessir-i hakikî olan Kudret-i Fâtıranın ve İrade-i Ezeliyenin emrine tâbi bir nevi ibadullahtır.[2]”
Melâike, maâsîden, isyan işlerine bulaşmaktan masumdurlar. Sanki ve adeta “Tesbih”, melâikelerin bir seciyyesi ve fıtratlarının bir lazımıdır, sırf tesbih yapmak için halk edilmişlerdir. Melâike zîşuur olduklarından, yalnız cüz-i ihtiyarıyla cüz’î, icadsız, kesb denilen bir nevi hizmet-i fıtriye ve amelî bir nevi ubudiyetten başka ellerinde yoktur.
Hem melâikeler, sekene-i zemin gibi cüz’iyete münhasır değiller. Bir mekân-ı muayyen onları kaydedemiyor. Bir vakitte dört veya daha ziyade yıldızlarda bulunabilirler. Bazı rivâyât-ı ehâdisiyenin işârâtıyla ve şu intizam-ı âlemin hikmetiyle denilebilir ki, bir kısım ecsâm-ı câmide-i seyyâre, yıldızlar seyyârâtından tut, tâ yağmur katarâtına kadar, bir kısım melâikenin sefine ve merâkibidirler. O melâikeler, bu seyyârelere izn-i İlâhi ile binerler, âlem-i şehadeti seyredip gezerler ve o merkeplerinin tesbihatını temsil ederler.[3] Evet, madem melâikeler âlem-i şehadetin envâına göre müekkeldirler, âlem-i ervahta o envâın tesbihatlarını temsil ediyorlar; elbette öyle olmak lâzım gelir.[4]
Hem insan, fıtratı itibarıyla melâikelerin fevkindedir. Çünkü “Evet, Zât-ı Hayy-ı Kayyûm, bu kâinatta insanı irade etmiş ve kâinatı onun için yaratmış denilebilir. Çünkü insan, câmiiyet-i tâmme ile bütün esmâ-i İlâhiyeyi anlar, zevk eder. Hususan rızıktaki zevk cihetiyle pek çok Esmâ-i Hüsnâyı anlar. Halbuki melâikeler onları o zevkle bilemezler.”[5]
“Bazı melâikeler vardır ki, hayvanatın bir nev’ine çoban olup, yeryüzü mer’asında onların harekâtını tanzim ederler. Fakat melâikenin nezareti, insanınki gibi değildir. Belki onların nezaret ve çobanlığı ise, sırf ve yalnız Allah hesabınadır. Ve onun ismi ve havl ve emriyledir. Belki de onların nezareti, yalnız tecelliyat-ı Rububiyeti o nev’de müşahede etmek ve kudret ve rahmetin cilvelerini onda mütalaa etmek ve evamir-i İlahiyeyi o nev’e ilham edip, o nev’in ef’al-i ihtiyariyesini bir nevi tanzim etmekten ibarettir.
Melâikelerin bir kısmı da, nebatattan bir nev’e nazır olup, ruy-i zemin tarlasında Allah’ın izniyle, emriyle, ismiyle ve havliyle o nev’in intişarına müekkeldir. Belki de onun bu nezareti o nebatın tesbihat ve tahiyyatını Fâtırının barigahında temsil ve ilan etmekle beraber, o nev’e mevhub olan cihazları hüsn-ü istimal etmeleri için bir nevi tanzim ile himaye etmektir. Demek melâikenin hizmeti, hakikî bir tasarruf değil, belki bir nevi kesbdir. Zira herşeyde Hâlık-ı Küll-ü Şey’e mahsus bir sikke vardır; Ve o şeyde başkasının müdahelesine mecal yoktur. Hem melâikenin o hizmeti, insanınki gibi âdetleri olmayıp, ubudiyet ve ibadetleridir.”[6]
Amma melaikeler ise; onların mücahede ile terakki etmeleri diye bir şeyleri yoktur. Belki onların herbirisinin malûm ve sabit bir makamı vardır. Fakat onların kendi nefs-i amellerinde bir zevk-i mahsusları ve nefs-i ibadetlerinde -derecelerine göre- bir füyuzatları vardır. Demek onların hizmetlerinin mükâfatı, aynı hizmetleri içinde münderiçtir. İnsan su ile, hava ile, ziya ile, gıda ile tagaddi edip mütelezziz olduğu gibi; melaikeler dahi zikir, tesbih, ibadet, marifet ve muhabbetin envanyla tagaddi edip tena’um ediyorlar. Çünkü melaikeler, nurdan mahlûk oldukları için, gıdalarına revaih-i tayyibe gibi nur ve nuranî şeyler kâfidir. Hem meleklerin kendi ma’budlarının emriyle yaptıkları fiillerinde; ve onun hesabıyla işledikleri amellerinde; ve onun namıyla ettikleri hizmetlerinde; ve onun nazarıyla yaptıkları nezaretlerinde; ve ona onun tecelliyat-ı celal ve cemalinin müşahedesiyle aldıkları tena’umda tarife gelmez ve akılların idrâkinin ötesinde bir saadetleri vardır.[7]
Abdülbâkî ÇİMİÇ
[1] İşârât-ül İ’câz (Badıllı Tercümesi)
[2] Eski Said Eserleri(Nokta),2013,s.422
[3] Sözler,2013,s.820
[4] Mektubat,2013,s.589
[5] Lem’alar,2015,s.956
[6] Mesnevi-i Nuriye(Badıllı Tercümesi)
[7] Mesnevi-i Nuriye(Abdülkadir Badıllı Tercümesi)