Bedîüzzamân Hazretleri “Marifetullahın şahitleri, burhanları üç çeşittir.“ der.
Burada üç marifetullah şahidi olan su, hava ve nûr izah edilirken çok önemli noktaları nazarlara sunulmuştur. Meselâ;”Su gibi olan; görülür, hissedilir, tutulmaz. Hava gibi olan, görülmez ama hissedilir, tutulmaz. Nûr gibi olan görülür, ama hissedilmez ve tutulmaz.”Burada üç şahidin de ortak noktası tutulamaz oluşlarıdır. Öyleyse bu şahitler elle ve parmaklarla tutulamayacağına göre nasıl hissedilecektir? Görülmesi süveyda-i kalb olan bariretle, hissedilmesi kalb ve rûhun derece-i hayatları ile olmalıdır diye düşünüyorum. Çünkü imanın dereceleri vardır. Her mü’minin derece-i imanı farklı olmalıdır. Bu nedenle de akli delillerden daha çok manevi deliller ve duygular olarak basiret, rûh ve kalb ile görülüp hissedilebilir. Zaten önemli olan da eşyadaki esmayı basiret ile görebilmek ve kalb ve rûh ile hissedebilmek ile imanın inkişafına ulaşmaktır. Allahuâlem!
Bir kısmı su gibidir. Görünür, hissedilir, lâkin parmaklarla tutulmaz. Bu kısımda hayalâttan tecerrüd etmek, külliyetle ona dalmak gerektir. Tenkit parmaklarıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. O âb-ı hayat, parmağı mekân ittihaz etmez.[1]
Mesela; Rızık, Allah’ın varlığına ve birliğine su gibi bir delil, görülür, hissedilir ancak Allah’ın Rezzak ismi parmakla tutulmaz. Ancak imân ve basîret ile görülür. Çünkü basar masnuu’ görüp basîret sanii görmez ise o basar, basardan basîrete geçememiştir.
İkinci kısım, hava gibidir. Hissedilir, fakat ne görünür, ne de tutulur. Misal¸şifa hava gibi, hasta olduğumuzda şifayı hissederiz ancak ne görülür ne de tutulur bir mahiyettedir. Ancak kalb ve rûh ile şifayı hissedebiliriz. Böylece şifadan Şafî-i Hakîkîye mânen ulaşırız.
Üçüncü kısım ise, nûr gibidir. Görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur. Mesela; hidayet ise nûr gibidir, imân hidayetin vukuû’na sebeptir. İmânın bir mü’mindeki tezahürleri görünür, fakat hissedilmesi ve tutulması mümkün değildir. Çünkü imân bir nûrdur, insanın irâde-i cüziyyesini sarf ettikten sonra Allah’ın kulunun kalbine ilkâ’ ettiği bir nurdur. Bunun içindir ki imân nûru bir mü’minde tezahürü olarak görülür çünkü o mü’minin hayatına o imân yansır, fakat ne hissedilir, ne de tutulur.
Şöyle bir misal daha veriliyor:
• Ahiretin varlığına, ölmüş yerin dirilmesi su gibi bir delildir,
• Geceden sonra sabahın gelmesi hava gibi bir delil.
• Rûhumuza konulan ebediyet arzusunun ahirete delil olması ise nûr gibi; yani diğerlerine göre daha ince ve derin bir delildir.
Bâkî ÇİMİÇ
———————————–
[1] Lem’alar,17.Lem’a,10.Nota