Maddî cihadın muktezâsı ise…

MADDİ CİHADMaddî cihadın muktezâsı ise…

”Amma maddî cihadın muktezâsı ise, o vazîfe şimdilik bizde değildir. Evet, ehline göre kâfirin veya mürtedin tecâvüzâtına sed çekmek için topuz lâzımdır…”1

Bediüzzaman Hazretleri yüzer kıymettar talebelerinin “hizmet-i Kur’âniye-i Nuriyeyi bırakıp maddî cihad topuzuna el atma”larını2 istemez. Çünkü din-i İslâma ve Kur’ân’a hizmet cihetinde fevkalâde bir rahmet ve inâyetle Risâle-i Nur ihsan edildiğinden ve âlemşümûl bir mânevî cihad-ı diniye ve hizmet-i Kur’âniye maddî cihaddan daha selâmetli, müstakim ve zarûrîdir. Risâle-i Nur, maddî cihad yolunu ise ehline havale etmiştir. Asıl mes’ele bu zamanın cihad-ı mânevîsidir. Mânevî tahribatına karşı sed çekmektir. Dâhildeki hareket, müsbet bir şekilde mânevî tahribata karşı mânevî, ihlâs sırrıyla hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır.3 Bu cihetle dâhilde müsbet hareket metodu istimal edilmeli ve mânevî hizmetler yapılmalıdır. Siyâset mânâsını da taşıyan maddî cihadı ise ehli istimal etmelidir. Hâricî tecavüze karşı da maddî cihad yapılabilir. “Hem dâhildeki cihad-ı mânevî, mânevî tahribata karşı çalışmaktır ki, maddî değil, mânevî hizmetler lâzımdır.”4

On Altıncı Lem’a’da geçen “maddî cihadın muktezâsı” ile ilgili bahsin üst kısımları dikkate alındığında siyâset mânâsını taşıdığı anlaşılmaktadır. Çünkü siyâset yolu ile yapılan cihâd da maddî cihaddır. Bediüzzaman Hazretleri cümleyi “o vazîfe şimdilik bizde değildir” diyerek tamamlıyor ve şimdilik o metodla hareket edilmemesi gereğini nazar-ı dikkatlere sunuyor. Hâlbuki maddî cihad, ehline göre kâfirin veya mürtedin tecâvüzâtına sed çekmek için lâzımdır. Dikkat edilirse kâfirin veya mürtedin tecâvüzâtına sed çekmek için lâzım olan topuzun kullanılması için şart, ehline göre olunmasıdır. Yani siyâset noktasında ehliyet lâzımdır. Bu noktaya Münâzarât’ta şöyle işaret edilmiştir: “Hamiyet ayrı, iş ayrıdır. Fakat iş ve san’at başka olduğu için, fâsık bir adam güzel çobanlık edebilir. Ayyaş bir adam, ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir. İşte, şimdi salâhat ve mahâreti, tâbir-i âharla (diğer bir tabirle) fazîleti ve hamiyeti, nur-u kalb ve nur-u fikri cem edenler vezâife kifâyet etmezler. Öyleyse, ya mahârettir veya salâhattir. San’atta mahâret ise müreccahtır.”5 Devleti idare etmek olan siyâset de bir san’attır. San’atta mahâret ise müreccah olduğu için “ehline göre kâfirin veya mürtedin tecâvüzâtına sed çekmek için topuz lâzımdır” cümlesini Münâzarât’taki bu kısım şerh ve izah etmektedir. Hem devlet idaresi selâhiyet ve ihtisas isteyen bir iştir. Tam mükemmel olan ve arzu edilen “salâhat ve mehâreti, tâbir-i âharla fazîleti ve hamiyeti, nur-u kalb ve nur-u fikri cem edenlerin vezâife” gelmeleridir. Ancak hayat-ı dünyevîyenin muhafazası için bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki, küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umur-u diniyeyi terk eder.6 Hem de tarafgirâne efkâr sahipleri, damarları ve âsabları tehyîç edip bâtın-ı kalbe kadar, hattâ hakaik-i imâniyenin elmasları derecesine o zararlı, fâni arzuları yerleştirecek derecesinde bu meş’um asır öyle şırınga etmiş ve ediyor ve öyle aşılamış ve aşılıyor.”7 Bu noktalar da dikkate alındığında bu ahirzaman asrında “salâhat ve mehâreti” cem etmek müşkülleşmiştir. Öyleyse siyâset mânâsını da taşıyan maddî cihadda da mahâreti ve ehliyeti esas almak gerekiyor.

Yine Münâzarât’ta Bediüzzaman Hazretleri’ne “Şimdi Ermeniler kaymakam ve vali oluyorlar. Nasıl olur?“ suali sorulur. İlgili suale verilen cevap çok manidârdır: “Saatçi ve makineci ve süpürgeci oldukları gibi. [Görüldüğü gibi saatçi, makineci ve süpürgecilik ihtisas isteyen san’atlardır.] Zira, meşrûtiyet, hâkimiyet-i millettir. Hükûmet hizmetkârdır. Meşrûtiyet doğru olursa, kaymakam ve vâli, reis değiller, belki ücretli hizmetkârlardır.”8 Ayrıca “Saati yapmakta veyahut makineyi işletmekte, san’atkâr bir Haço ve Berham’ın reyi mûteberdir; Şeriat reddetmediği gibi, Meclis-i Mebusandaki mesâlih-i siyâsiye (siyasî fayda ve hikmet) ve menâfi-i iktisâdiye (ekonomik menfaatler) dahi ekserî bu kâbilden olduğundan, reddetmemek lâzım gelir.”9 Böylece devlet idaresini hizmetkâr olarak gören Bediüzzaman Hazretleri ehliyetli olanların yani san’atta mahâretli olanların–şahsî kusur ve evsaflarına bakmayarak–devlet işlerinde vazife almalarında bir beis görmez.
Bu ahirzaman asrında merak yüzünden ve âfâkî hâdisâtın verdiği sarhoşâne gafletten dolayı insanın fıtratındaki merak, insaniyet damarıyla farz ve lâzım vazifelerin zararına içtimâî ve siyâsî hâdiseler ve o geniş boğuşmalara sevk olunan insanlar dinini ve uhrevî hayatını dahi tarafgirâne mefkûrelere âlet etmeye mecbur olmak zarûretinde kalıyor. Hattâ bu ehemmiyetli sırdandır ki, din düsturlarının bir hâdimi olmak cihetinde güneş gibi imânlar taşıyan bir kısım Sahabeler ve onlara benzeyen mücahidînden, Selef-i Salihînden başka, siyâsetçi, ekserce tam müttakî dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar, müttakî olanlar, siyâsetçi olmazlar. Yani, maksad-ı aslî siyâsetini yapanlarda din, ikinci derecede kalır, tebeî hükmüne geçer. Hakikî dindar ise, “Bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir” diye, siyâsete, aşk u merak ile değil, ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikate âlet etmeye—eğer mümkünse—çalışabilir. Yoksa, bâki elmasları kırılacak âdi şişelere âlet yapar.”10 Bir diğer önemli nokta da “Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Hilâfet ve saltanata geçen, ya nebî gibi mâsum olmalı, veyahut Hulefâ-i Râşidîn ve Ömer ibni Abdülâziz-i Emevî ve Mehdî-i Abbâsî gibi harikulâde bir zühd-ü kalbî olmalı ki, aldanmasın.”11

Bu hakîkatlere binâen bu zamanda madem siyasetçi ekserce tam müttakî dindar olamaz. Öyleyse bu hakîkat atlanılmamalıdır. Hem çoktandır terbiye-i İslâmiye zedelenmiş ve şimdiki siyâsetin menfaat üzerine çarhı işleyen cinayetine karşı dini siyâsete âlet etmeye mecbur olunacağından, sadece dindarlık ve salâhat vasıfları maddî cihadın (siyâsetin) muktezâsı olamaz. Çünkü artık ilcaât-ı zaman ve zarûret gereği asrımız ehliyet ve ihtisası mecburi kılmaktadır. Bu sebepledir ki Bediüzzaman Hazretleri de “Evet, ehline göre kâfirin veya mürtedin tecâvüzâtına sed çekmek için topuz lâzımdır”12 diyerek maddî cihadın muktezâsının dindara göre değil, ehline göre olacağını bildirmiştir.

Dipnotlar:

1- Lem’alar, s: 268.
2- Lem’alar, s: 270.
3- Emirdağ Lâhikası, s: 871.
4- Emirdağ Lâhikası, s: 873.
5- Eski Said Eserleri (Münâzarât), s: 236.
6- Kastamonu Lâhikası, s: 137.
7- Kastamonu Lâhikası, s: 157.
8- Eski Said Eserleri (Münâzarât), s: 254.
9- Eski Said Eserleri (Münâzarât), s 224.
10- Emirdağ Lâhikası-I, s: 113.
11- Mektubat, s: 172.
12- Lem’alar, s: 268.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir