“Küstüm” demeyiniz. Bu pek hatâdır!

Küsmek, insânî bir zâaf hâli olup; darılmak, gücenerek yüz çevirmek, konuşup görüşmez bir tavır almak mânâsında bir kavramdır. Ehl-i hizmetin istimâl etmemesi gereken bir tavırdır. Çünkü Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri “Kardeşlerimden ricâ ederim ki: Sıkıntı veya ruh darlığından veya titizlikten veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan arkadaşlardan sudur eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler ve “Haysiyetime dokundu” demesinler. Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın, bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete fedâ ederim.”[1] Diyerek Risale-i Nur hizmetinde bulunan talebelerine birbirlerine küsmemeleri gerektiğini söylemiştir.

Burada küsmeye neden olan haller sıralanmıştır. Bunlar:

1.Sıkıntı: Tekâlif-i hayattan kaynaklanan ve iç darlanması olarak yaşanan sıkıntı hali hizmet-i îmâniye ve Kur’âniyede bulunanlara arız olabilir. Bu halleri yaşayan kişiler hizmetteki kardeşlerine karşı hoş olmayan tavırlar gösterebilir ve küsebilir. Hâlbuki Üstad Hazretleri bu hali yaşayan kardeşlerini ikaz ediyor ve sıkıntı halinden kaynaklanan fena ve çirkin sözlerden darılmamaları gerektiğini söylüyor. Öyleyse bu hizmetimizde bir parça sıkıntı, zahmet, zarar da görsek, binler derece o zahmetten ziyade rahmet ve ihsan-ı İlâhiyeye ve sevaba mazhar olmakla beraber, pek çok biçare ehl-i îmânın îmânlarına başka bir tarzda bir kudsî hizmet hükmüne geçeceğini rahmet-i İlâhiyeden pek kuvvetli ümit ediyoruz.

2. Ruh darlığı: İnsan, maruz kaldığı sıkıntılılar neticesinde ruh darlığına düşebilir. İç sıkıntısı şeklinde kendisini gösteren bu hâle gönül darlığı yani kabz hali de diyebiliriz. Bundan dolayı kardeşlerine karşı titiz davranabilir ve alıngan tavırlar gösterebilir. Bu hâle karşı duâya yönelmeli ve şahs-ı mânevînin muavenetine dayanmalıdır. Küsmekle ruh darlığından kurtulmanın mümkün olmadığı aşikârdır. Öyleyse kardeşlerinin duâsına muhtaç olan insan acilen fıtrî olan bu yola müteveccih olmalıdır.

3.Titizlik: Aşırı hassas olma ve normalin üzerinde duyarlı olma halidir. Bir noktaya kadar müspet olan titizlik hali hadd-i vasatı aştığında problemler yaşanmaya neden olabilir. Aşırı tepki ve alınganlık göstermeye sebep olan titizlik halinde de küsmek ve içe kapanma halleri yaşanabilir. Böylece îmân hizmetinde bulunanlar titizliğin aşırı halinden etkilenir ve netice itibarıyla zarar görülür. Titizlik hadd-i vasatta tutulabilirse hizmete vesile olabileceği gibi, aşırılığı zarara neden olur. Bu halden kurtulmayı fenafi’l ihvan düsturu ile aşmak ve nefsini kardeşlerinde fena etmek ile mümkün olabileceğini düşünmek en uygun çare olmalıdır.

4. Nefis ve şeytanın desiselerine kapılmak: Nefis, insan sarayında şeytanın casus bir veziri gibidir. Bize çok yakın hatta kendisini bizden gösterdiği halde gizlice şeytan ile ittifak halindedir. Onun için “Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm “Şüphesiz nefis daima kötülüğe sevk eder–ancak Rabbim rahmet ederse o başka.”[2] demesiyle, nefs-i emmareye itimat edilmez. Enaniyet ve nefs-i emmare sizi aldatmasın.”[3] denilmiştir. Öyleyse “nefis ve şeytanın desiselerine kapılmakla” bu hizmetteki kardeşlerimize küsmemeli ve onların faziletleriyle şakirâne iftihâr etmeliyiz. Kevse-i Kur’âni havuzuna “ene” değil, “nahnu” sırrıyla dâhil olmalıyız.

5. Şuursuzluk: Bilinçsiz olma durumudur. İdrak ve anlayış halinin devre dışı kaldığı bir vaziyettir. Şuursuzluk Risale-i Nur’da “şuursuz cemâdat”, “güya o câmid havanın şuursuz zerrelerinden herbir zerresi”, “o çok kesretli, câmid, şuursuz taife”, “sonra o şuursuz makineye”…şeklinde cemadat ve cansızlar için kullanılır. Öyleyse hizmet-i îmâniyede bulunanlar bu idrak ve anlayış halinden beri kalınan şuursuzluktan arkadaşlardan sudur eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler. Nur talebeleri şuurlu olur ve dâvâsını şuursuzlukla zarara uğratmaz.

6. “Haysiyetime dokundu” dememek: Haysiyet; değer, onur, saygınlık ifade eden bir kelimedir. Elbette insan-ı kâmil olanlar bu sıfatları hak ederler. Ancak “İnsan herkesi kendisinden üstün bilmelidir.”[4] Şeytan, insana kusurunu göstermek istemez ve böylece insanı gurura sevkedebilir. Hatta iyiliklerine güvendirerek ucba sokar. “Halbuki a’male güvenmek ucubdur, insanı dalâlete atar.”[5] Öyleyse bizi ucba ve gurura sevk edecek hallerden kaçınarak kendimizi kusurlu görmek daha evlâdır. Hizmet-i imaniye ve Kur’âniye için gerekirse “haysiyetimize” dokunan sözlerden kardeşlerimize küsmeyelim ve o sözleri nefsimiz adına alarak, nefsimizin bu sözleri hak ettiğini düşünelim.

7. Damara dokunmak: Bilindiği gibi “niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihati bazan damara dokundurur, aksülâmel yapar.” Bu hâl her daim vuku bulabilir. Ancak şu da bir hakikattir ki hak ve hakikati, nefsin gurur ve enâniyetine daima tercih etmek gerekir. Eğer yanlış yapılsa, güzelce, damara dokunmayarak ikaz vazifesi yapılır.

Eğer dersen: “İhtiyar benim elimde değil; fıtratımda adâvet var. Hem damarıma dokundurmuşlar, vazgeçemiyorum.”

Elcevap: Sû-i hulk ve fena haslet eseri gösterilmezse ve gıybet gibi şeylerle ve muktezasıyla amel edilmezse, kusurunu da anlasa, zarar vermez. Madem ihtiyar senin elinde değil, vazgeçemiyorsun. Senin, mânevî bir nedamet, gizli bir tevbe ve zımnî bir istiğfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslette haksız olduğunu anlaman, onun şerrinden seni kurtarır.”[6]

Madem hakikat bu minval üzere ise Bediüzzaman Hazretleri’nin ikazlarına kulak verelim ve bu hizmet-i îmâniye ve Kur’âniyeye zarar vermeden devam edelim inşâallah.  Üstadın ikazları ise şöyledir: ”İşte ey kardeşlerim! Bu hayatın, bu içtimaımızda, “Bu kardeşim bana haksızlık etti” diye “küstüm” demeyiniz. Bu pek hatâdır. O arkadaşın sana bir dirhem zarar vermiş ise, sen küsmekle kırk dirhem bizlere zarar veriyorsun. Belki kırk lira Risâle-i Nur’a zarar vermek muhtemeldir. Fakat lillâhilhamd pek haklı ve kuvvetli müdâfaatımız, arkadaşların mükerrer isticvâba(cevap istemeye) gitmelerinin önünü aldığından, fesâdın önü alındı. Yoksa, birbirinden küsmüş kardeşler, bir sinek kanadı kadar küçük bir çöpün göze girmesi gibi veyahut bir kıvılcımın baruta düşmesi gibi, az bir garazla büyük bir zarar verebilirdi.”[7]

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Lem’alar,2013,s.637

[2] Yusuf Suresi: 53

[3] Lem’alar,2013,s.391

[4] Mesnevi-i Nuriye,2013,s.106

[5] Mesnevi-i Nuriye,2013,s.104

[6] Mektubat,2013,s.450

[7] Lem’alar,2013,s.640

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir