İtidâl-i dem…

“Aziz kardeşlerim, Evvel âhir tavsiyemiz, tesanüdünüzü muhafaza; enâniyet, benlik, rekabetten tahaffuz ve itidâl-i dem ve ihtiyattır.”[1] Evet, Bediüzzaman Hazretleri’nin “evvel âhir” tavsiyesi böyle. Bu tavsiyelere uymak ve hayata tatbik etmek hepimizin vazifesidir. Kısa bir paragrafta öyle müthiş ve harika ders-i hikmet ve hakikat var ki… “1.Tesanüdümüzü(birbirimize dayanma ve destek olmayı) muhafaza; 2.Enâniyet(kendini beğenme ve bencillik), benlik, rekabetten(aynı amacı güden kimseler arasındaki çekişmeden) tahaffuz(korunma, sakınma), 3. İtidâl-i dem(soğukkanlı olma), 4.İhtiyat(ileriyi düşünme, ilerisini düşünerek davranma, geleceği düşünerek tedbirli hareket etmek).” Her bir kavramın üzerinde ayrı ayrı durmak icab ediyor. Biz kısa da olsa itidâl-i dem üzerinde durmak istiyoruz.

İtidâl-i dem: Soğukkanlı davranış olarak bilinir. Heyecanlanmadan, acele etmeden, düşüne düşüne ve tedbirli hareket etmektir. Bir nevi teennî ile hareket etmektir. Çünkü tertib-i eşyada bir teennî-i hikmet vardır. “Cenâb-ı Hak, Hakîm ismi muktezası olarak, vücûd-u eşyada, bir merdivenin basamakları gibi bir tertip vaz etmiş. Sabırsız adam, teennî ile hareket etmediği için, basamakları ya atlar düşer veya noksan bırakır, maksut damına çıkamaz.”[2] O halde mümkün olduğu kadar itidâl ve teenni ve sabır gerektir.

 İtidâl-i dem; kendi planımızın, programımızın üzerindeki İlâhî bir programın olduğunu görmek, farkında olmak ve ona göre tevekkül etmektir. Risâle-i Nur hizmetlerinde de itidâl-i dem ile hareket etmek lâzımdır. Yani hilm ve teenni ve ulüvv-ü cenab göstermek elzemdir.

Bediüzzaman Hazretleri de hizmet-i imâniyede yaşanan meşakkat ve menfi hadiselerin vukuunda, bizlere, itidâl-i dem ve sarsılmamak ve adavete girmemek gerektiğini tavsiye eder. “Evet, kardeşlerim, bu zamanda öyle dehşetli cereyanlar ve hayat ve cihanı sarsacak hadiseler içinde hadsiz bir metanet ve itidâl-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık taşımak gerektir.”[3] diyerek talebelerine “hadsiz bir metanet ve itidâl-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık” taşımaları gerektiği dersini verir. ”Bu vaziyete karşı gayet ihtiyat ve mümkün olduğu kadar ikiliğe meydan vermemek ve itidâl-i dem ve tahammül etmek ve mümkün olduğu derecede bizim arkadaşlar uhuvvetlerini ve tesanüdlerini tevazu ile ve mahviyetle ve terk-i enaniyetle takviye etmek gayet lâzım ve zarurîdir.”[4] ikazları bir ders-i ibret olarak Risâle-i Nur’da yerini almıştır. Belki şu zamanda en çok ihtiyacımız olan hizmet düsturları itidâl-i dem, ihtiyat ve tahammül olduğu bir hakikattir.

Burada Bediüzzaman Hazretleri’nin birçok prensibi ihtiva eden mühim bir mektubunu birlikte okuyalım:

“Aziz, sıddık kardeşlerim! Şimdi muhtelif garazkâr çok cereyanlar perde altında kendilerine tarafdar bulmak ve muarızlarını çürütmek için her çeşit desiseleri istimal ettiklerinden, Nur dairesindeki kardeşlerimize bir hakikatı beyan etmek lâzım geliyor. Tâ ki kudsî hizmet-i Nuriye ve imaniyeye bir zarar gelmesin.

Birincisi: Risâle-i Nur’a girenin birinci vazifesi, tam sadakat ve tam sebat etmektir. Yoksa hem kendine zarar, hem binler hakikî mü’minler olan Nurculara yardım lâzım gelirken fütur verir.

İkincisi: Yirmibirinci Lem’a-yı İhlâs’ta isbat ve tafsil edildiği gibi; Nur şakirdleri birbirlerini tenkid etmemek ve itiraz etmemek, kusuru varsa da lütufkâr bir tarzda hatıra getirmek ve mümkün olduğu kadar birbirine tam tesanüd ve ittifak ve kusura bakmamak.. değil evhamla, şübhelerle ittiham etmek, belki gözü ile de kabahatını görse ve kendine karşı da adavetini bulsa, yine onun aleyhine itiraz etmemek, yalnız bir nev’ meşveretle birbirini kusurdan muhafazaya çalışmak gerektir. Yoksa perde altında fırsat bekleyen münafıklar ve siyasî dinsizler ve bid’akâr cereyanlar az bir gevşeklik mabeyninizde bulsa, parmaklarını sokabilirler. Sizin tesanüdünüzü kırıp, ehemmiyetli zarar verebilirler. Çünkü en büyük kuvvetimiz tesanüd ve sebat ve sadakattır. Bu âhirde Alevîlik ve Vehhabîlik cereyanları da birbiriyle çarpıştırılmış.

Elhasıl: Nurcu bir şakird, iki vazife-i içtimaîsi var:

Birincisi: İhlâs. Hiçbir dünyevî menfaatı hizmetinde niyet etmemek. İstemeden menfaat gelse, Allah’a şükreder. Hem sadakat ve tam sebat etmek gerektir.

İkincisi: Tam tesanüd ve kardeşlerini tenkid etmemek, kuvve-i mânevîyelerini kırmamak ve hiçbir vecihle rekabet etmemek ve kusuru varsa örtmektir. Said Nursî”[5]

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Şualar, s.504

[2] Mektubat, s.472

[3] Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s.327

[4] Şualar, s.508

[5] Emirdağ Lahikası-2 Mektupları [G.M.]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir