İşi Birbirine Bırakmak(Havalecilik)
“Neme lâzım, başkası düşünsün” ahlâk-ı seyyienin menşeidir. Aynı zamanda istibdadın yadigârıdır. Müslümanlar millete, din ve devlete nâfi olan her şeye ya taraftar olmalı, yâda fili olarak hizmet etmelidir. Yoksa karşısına “Acz ve nefsin itimatsızlığından neş’et eden ve işi birbirine bırakmak olan düşman-ı gaddar geliyor. Himmetin elini tutup oturtturur. Siz de, “La yedirrukûm mendalle izehtedeytüm”(Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar veremez.[1]) olan hakikat-i şâhikayı (yüksek ve yüce hakikatı) üzerine çıkarınız. Tâ, o düşmanın eli o himmetin dâmenine (eteğine) yetişmesin.”[2]
Buradaki acz ve nefse itimadsızlık, mühim işler ve hizmetler yapacağına güvenememek manasında olsa gerektir. Çalışma ve teşebbüs etme kabiliyetinin kırılması ve yok olmasıdır. Ne yazık ki, yaşadığımız ahirzaman asrının baskı ve istibdadı, insanlarımızın ekserisinde bu hastalığı ortaya çıkarmıştır. Ben başaramam, bu işin üstesinden gelemem deyip işi başkasına havale etme hastalığı intişar etmiştir. Böyle insanların ekseriyet teşkil ettiği bir cemiyette terakki ve ilerleme mümkün değildir.
Bu gaddar düşman olan havalecilik, acz ve nefsin itimatsızlığından ortaya çıkar ve işi başkasına bırakarak sorumluluk almak istemez. “Bana ne başkası düşünsün.” sözü bu havalecilik hastalığını anasıdır. Bu düşmana karşı Allah’ın kudret ve yardımına güvenip ona tevekkül ederek cesaretle işin altına girmek gerekir. Vazifeden kaçmak nefsin insana bir istibdadı ve baskısıdır. Yani nefis insana bu noktada tuzak kurar. Çalışmak ve vazifeyi dosdoğru yapmakta bir huzur ve rahat vardır. İnsan hakkıyla yaptığı helâl yoldan çalışmasından zevk ve şevk duyar. İnsanın akıl, kalb ve ruhu bu çalışmadan huzur alır. Ancak insanın nefsi vazife ve çalışmayı sevmediği için işi başkasına havale etmeyi, başkasının sırtından geçinmeyi ister. Bu düşmana fırsat vermemek lâzımdır. Akıl, kalb ve ruhun hayatına ve rahatına kulak vermek gerekir. Yaptığımız veya yapacağımız işleri başkasına havale etmeyip, işi kendi işiniz gibi kabul edersek, başkalarının işi bir başkasına havale etmesi veya üstüne bırakma hastalığı bize zarar veremez. Yani biz doğrusunu yaparsak, işimizin hakkını verirsek, başkalarının yanlışta olması veya çekilmesi bize noksanlık değildir. İnsanların gayretsiz olmasındaki en büyük sebeb, başka insanların gayretsiz olmasıdır. Ayet bu hastalığa tam bir reçetedir. Yani “Sen gayretli olmaya devam edersen, başkalarının gayretsizliği ve tembelliği sana zarar vermez“ manasını ifade eder.
Risale-i Nur gibi kudsî bir davaya hizmet eden Nur Talebeleri ne kadar büyük bir azim ve gayretle çalışırlarsa vazifelerini hakkıyla deruhte edip hakiki tevekküle riayet etmiş olurlar. Tevekkül-ü hakikiyi terk edip işi başkalarına bırakır ve havale ederlerse, büyük neticeleri bir bir ellerinden kaçırmaya ve kaybetmeye başlarlar. Bu hastalığın yegâne tedavisi, dava uğruna çalışıp çabalamaya devam etmektir. Vazifemizde her an gayret ve ciddiyet göstermektir.
Netice itibarıyla üzerimize düşen vazifeyi hakkıyla yapıp başkasına havale etmemeliyiz. Başkasının vazifeden kaçması ve havalecilik hastalığı bizlere arız olmamalıdır. Çünkü ‘Nefis cümleden süflî, vazife cümleden âlâ’dır
Abdülbâki Çİmiç
[1] Mâide Sûresi, 5:105
[2] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), s.299