İrade, zihin, his ve latife-i rabbaniye
Bediüzzaman ‘irade, zihin, his, latife-i rabbaniye’den bahseder. Bunlar aynı zamanda vicdanın anâsır-ı erbaası(dört unsuru) ve ruhun dört havassıdır. Bu dört hissin her birinin bir gayâtü’l-gayâtı (asıl gayesi) vardır. Allah’a hakîki kulluk ve takva bu dört hassayı şu mecralarda yürütmekle mümkün olur:
1. İradenin gayâtü’l-gayâtı; İbadetullahtır. İrade ibadet etmek için kullara verilmiştir. Kul, iradesini aslî olarak Allah’a ubudiyet için kullanmalıdır. Kulun kemâlat arşına çıkması buna bağlıdır. Kur’an-ı Hakîm kat’iyyen tasrih ediyor ki, Arştan Ferşe, yıldızlardan böceklere, meleklerden balıklara, seyyarelerden zerrelere kadar bütün mevcudat, Allah’a ibadet eder, ona secde eder ve hamd ve tesbih eylerler. Netice-i hilkat olan ibadet, kâinat ve mevcudatın yaradılış hikmeti ve gayesi olan Ma’rifet-i İlahiye’nin icmali bir suretidir. Böylece ibadet, fıtratın bir gereği ve zaruretidir. Kul, iradesi ile ibadetin fıtrî bir iktiza neticesi olduğunu bilmelidir. Çünkü ibadetin ruhu ihlâs iledir.
2. Zihnin gayâtü’l-gayâtı; Marifetullahtır. Zihin, anlama ve kavrama merkezidir. Zihnin Kur’ân’ın kudsiyetine intikal etmesi için zaruriyât-ı diniyede doğrudan doğruya Kur’ân’ın gösterilmesi gerekir. “Eğer zaruriyât-ı diniyede doğrudan doğruya Kur’ân gösterilse idi, zihin tabii olarak müşevvik-i imtisal(benzemeye teşvik eden) ve mukız-ı vicdan(vicdanı ikaz eden) ve lâzım-ı zatî(varlığının lüzumu) olan “kudsiyet”e intikal ederdi. Ve bu suretle kalbe meleke-i hassasiyet gelerek, îmânın ihtarâtına karşı asam(sağır) kalmazdı.”[1] Zihin marifetle meşgul olacak, Allah’ı bilmeye çalışacak. Zihin marifete kapılar açacak, evc-i alaya, arş-ı kemâlata uruc edecek.
3. Hissin gayâtü’l-gayâtı; Muhabbetullahtır. İnsandaki değişik hisler muhabbet-i İlâhiye için verilmiştir. “İnsan, ebed için yaratılmıştır. Onun hakikî lezzetleri, ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi umur-u ebediyetedir. Şu da bir hakikattir ki “Ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.”[2] İmanın envârı, muhabbetullahı göstermeye ve tahrike en müheyyiç ve müessir bir vasıtadır.”Kemâlât-ı insaniyenin en mühimi ve en büyüğü, belki bilcümle kemâlât-ı insaniyenin menbaı ve esası, iman-ı billâhtan ve marifetullahtan neş’et eden muhabbetullah olduğunu”[3] insan bilmelidir. Marifetullah sonrası fikir yoğunlaşa yoğunlaşa hisse dönüşür. Yani marifet, muhabbete tebeddül eder. İnsanın hayatının gayesi; bütün bu hislerin ile bir esmaya tutunacaksın, ebediyen yol alacaksın. İnsandaki hadsiz hislerden birisi Muhabbetullah’tır. Bu his eğer mecazdan hakikate geçse, o muhabbetullahın ışığı da bekaya vurur. Kalbi derinden derine dinle, ebed ebed sesini işiteceksin. Madem kalb muhabbetin tavattun ettiği yerdir ve ancak ebed ile tatmin olabilir. Fani şeyler onu tatmin edemez. Ebede müteveccihen giden bir kalb, dünyevî şeylere takılmaz.
4. Latife-i Rabbaniyenin gayâtü’l-gayâtı; Müşahedetullahtır. Latife-i Rabbaniye insana müşahede için verilmiştir. Bu ehass-ı havassa mahsustur. Eşyada tecelli eden esmayı müşahede etmek, mânevî âlemlerde tayaran etmek, zahirden hakikata uruc etmekle Latife-i Rabbaniye Müşahedetullaha ulaşabilir. Ezcümle ”Latîfe-i Rabbaniye a’mâl ve ahvâl ve mâneviyatın hey’et-i mecmuasını hakikî bir nur-u hayat ile canlandırır, ışıklandırır; nur-u imanın sönmesiyle, mahiyeti, meyyit-i gayr-ı müteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır.”[4] Ayrıca “Mahiyet-i insaniyedeki latîfe-i Rabbâniye, âlem-i şehadetle bağlanan ve o âlemde dolaşan duyguların kapanmasıyla ve durmasıyla âlem-i gayba karşı bir münasebet bulur, bir menfez açar.”[5]
Abdülbâkî Çimiç
[1] Eski Sadi Dönemi Eserleri, s.481
[2] Mektubat, s.375
[3] Mektubat, s.205
[4] İşârâtü’l- İ’câz, s.130
[5] Mektubat, s. 581