İnsan aldanır

İnsan nefis itibarıyla zayıftır, noksandır ve aldanır. Bediüzzaman da kendi nefsi üzerinden bizim nefsimize ders-i ibret kabilinden “Evet, insan aldanır. Ben de öyle bir dessasa aldandım.”[1] der. Bu tespit elbette ki bizlere bir ders ve îkazdır. Her daim teyakkuzda olmamız gerektiğini bildiren bir sözdür. Çünkü “Herkeste nefs-i emmâre bulunur. Bazı da hissiyat-ı nefsiye damarlara ilişir, bir derece hükmünü kalb, akıl ve ruhun rağmına olarak icra eder. Nefis ve hevâ ve his ve vehim bazan aldatıyorlar.”[2] Buna binaen Bediüzzzaman’ın îkazları “nefis ve hevâ ve his ve vehme bakıyor.”

İnsanın aldanmasının bir diğer ciheti de Lem’alar’da şöyle ifade edilmiş: “Hem insanda hissiyat galip olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hazırayı ileride gayet büyük bir mükâfâta tercih eder. Ve az bir hazır sıkıntıdan, ileride büyük bir azâb-ı müeccelden ziyade çekinir. Çünkü tevehhüm ve heves ve his, ileriyi görmüyor, belki inkâr ediyorlar.”[3] Şu halde insanın aldanması, mahall-i imân olan kalb ve aklın susarak mağlûp olmasındandır. Yani his ve hevesin ve vehmin galebesiyle akıl ve kalbin mağlûbiyetinden ileri geliyor. Yoksa imânsızlıktan ileri gelmiyor.

İnsan mahiyeti itibariyle fiillerinde ve kavillerinde her daim dengeyi tutturmalıdır. Ancak bu hâl her daim sabit olmuyor. İfrat ve tefrite düşüyor. Hâlbuki ifrat ve tefrit ikisi de muzırdır. “Fakat ifrat, tefrite sebep olduğundan, daha kabahatlidir.”[4] Bu sebeple olsa gerek “Sırat-ı müstakîmi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer. Muvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.”[5] Hakkı arayan ve hakka âşık olan insan fıtraten mükerremdir. Hakka taraftar olan elbette hadd-i vasatta kalmalıdır. Hadd-i vasat, istikametli yol olan adl ve adalettir. Allah’ın razı olduğu kulluk da budur. Ancak insan hata yapmaya müsait bir fıtratta halk edildiğinden aldanabilir. Fıtrat-ı insana ekilen temâyülât-ı şerriye taneleri neşvünemâ bulmak için bir suya muhtaçtır. Bu su, hevâdan gelse, şer taneleri neşvünemâ bulur. Şimdiki şu medeniyet-i habisenin heyet-i içtimaiyeye verdiği tesir bu kabildendir. O bab-ı fitneyi kapatmakla suyu hûdâ tarafından vermek lâzımdır. Zaten insan da bu cihetle imtihana tabidir. Secayâ-yı hasene tanelerinin suyunun, hüda tarafından verilmesi lâzımdır. İşte böylesi bir çekirdek (ki habbe-i kalbtir) onun suyu İslâmiyet, ziyası da imandır. İslâmiyet suyu ve iman ziyasıyla sulanan ve ziyalanan kalb, secayâ-yı hasene tanelerini neşvünemâlandırır.

Bediüzzaman’ın bir diğer aldanılan yer tespiti menfî siyâsettir. “Siyâset cazibesi seni aldattı.”[6] der. Bu gün fiilî ve menfî siyâsete girip istiklâliyetini muhazafa eden neredeyse yok gibidir. Menfî siyâsetin cazibesine kapılanların kendi ikrarlarıyla aldandıklarını ifade etmeleri, Bediüzzaman’ın bu hükmünü ispat eder. Çünkü siyâset-i dünyevîye aldatıcıdır. Bediüzzaman da Mektubat’ta siyâset yoluyla dine hizmet etmenin müşkülâtlı ve hatarlı olduğunu şöyle ifade eder: “Eski Saîd, bir miktar siyâsete girdi. Belki siyâset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu. Ve gördü ki, o yol meşkûk ve müşkülâtlı ve bana nisbeten fuzuliyâne, hem en lüzumlu hizmete mâni ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık; ve bilmeyerek ecnebî parmağına âlet olmak ihtimali var.”[7] Ayrıca “Siyâset-i hazıra, o kadar çok yalan ve hile ve şeytanet içine girmiş ki, vesvese-i şeyâtîn hükmüne geçmiştir.”[8] İşte böyle menfî siyâset cazibesi insanı aldatır.

İnsanın bir diğer aldandığı nokta cerbezedir. Cerbeze, hakkı batıl; batılı hak görecek ve gösterecek kadar aklın ifrat mertebesinin bir fiilidir. “Müteferrik büyük işlerde yalnız kusurları görmek cerbezeliktir; aldanır ve aldatır. Cerbezenin şe’ni, bir seyyieyi sümbüllendirerek hasenata galip etmektir.” Ayrıca “Hem de büyük işlerde yalnız kusurları gören, cerbezelik ile aldanır veya aldatır.”[9] Budan dolayıdır ki cerbeze, zulm-ü şedittir. Hem de cerbeze ile, insan adalet yaparken zulme düşüyor. Çünkü cerbeze ile hareket eden insan müteferrik kusurları bir an-ı seyyalede vuku bulmuş gibi hüküm veriyor, aldanıyor ve aldatıyor. Hakikaten, cerbeze, envaiyle garaibin makinesidir. Bu zulm-ü şedid olan müdhiş maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura istinad eden tenkiddir. Cerbeze ile hareket eden adam insafsızdır. Çünkü muvazenesizdir. Bütün iftilâfların sebebi, hâkim-i zâlim olan cerbezedir. Tenkit fikri ve menfi düşünceye dayanan cerbeze, daima zâlimdir. Tez elden bu marazdan kurtulma çaresi aranmalıdır. Risale-i Nur mizanları bu marazın çâre-i yegânesidir.

“Elhasıl: Cerbeze bir hâkimdir. Yalnız seyyiat tarafını konuşturmamalı; onun hasmı olan hasenatı da dinlemeli, sonra muvazene edip, mizan-ı haşirdeki hükm-ü âdilâne gibi râcih gelene muhabbetle hak vermelidir.”[10]

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Sözler, s.55

[2] Lemalar, s.401

[3] Lemalar, s.220

[4] Muhakemat, s.40

[5] Muhakemat, s.74

[6] Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s.316

[7] Mektubat, s.102

[8] Sözler, s.784

[9] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), s.249

[10] Eski Said Dönemi Eserleri(Tuluat), s.572

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir