İnad, bir konuda direnme, ayak direme, diretme olarak bilinir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle hayat-ı içtimâiyece, inad gayet muzırdır. Her meselede olduğu gibi inadın da iki ciheti vardır. Biri müspet, diğeri menfî. Yâni hırs ve inad ve endişe-i istikbal gibi hissiyat-ı şedidenin dahi, mecazî ve hakikî olarak ikişer kısmı bulunur. Mecazîleri gayet zararlı ve sû’-i ahlâka menşe’ ve hakikîleri gayet nâfi’ ve hüsn-ü ahlâka medardır.
İnsanlara “Haset etme, hırs gösterme, adâvet etme, inad etme, dünyayı sevme.” Yani, “Fıtratını değiştir” yerine , “Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecrâlarını değiştiriniz”[1] şeklinde yapılan bir nasihat daha nafî ve müsbet tebliğ prensibine uygundur. İnsanların fıtratına uygun bir nasihat sünnetullahın da bir gereğidir. İnsan inad duygusunu tahkikî bir iman ve insaf ile kontrol altına almazsa, insana büyük problemler açar ve her türlü çirkin işleri yaptırır.
Fıtratımıza derç edilen inad duygusunu da müsbet hayırlı işlere çevirmek elimizdedir. Mesela ibadet etmekte inad, günah işlememekte inad, kötü alışkanlıkları terk etmekte inad, sohbetlere müdavim olmakta inad etmek gibi… Yâda hırsı yerinde kullanırsak saadet-i ebedîyeyi kazanabilecek hizmetler ve ubudiyetler yapabiliriz. Ancak hırsı sırf nefis ve fanî dünya hesabına kullanırsak bizi perişan edebilir. Ebedî hayatımızı helâkete sürükleyebilir. Öyleyse inad duygusunun mecrasını hayırlı cihetlere çevirmek gerekir. Fıtratımıza derç edilen duyguları içimizden söküp atmak mümkün değildir. O hâlde onların yönünü ve yüzünü hayra çevirmek aslolandır. İnsanın fıtratına konulan, merak, hırs ve inad gibi duygular ebedî âlemi kazanmak için verilmiştir. İnsan bu duyguların “Hafiflerini dünya umuruna ve şiddetlilerini vezâif-i uhrevîyeye ve mâneviyeye sarf etse, ahlâk-ı hamîdeye menşe, hikmet ve hakîkate muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.”[2] Öyleyse inad duygusunu dünyanın ehemmiyetsiz, fanî ve zevale mahkûm işlerine değil, ebedî hayatımızın ehemmiyetli mânevî işlerinde istimal etmemiz lâzımdır.
İnat efendinin
Bediüzzaman Münâzarât’ta “Cehalet ağanın, inad efendinin, garaz beyin, intikam paşanın, taklit hazretlerinin, mösyö gevezeliğin taht-ı riyasetlerinde insan milletinden menba-ı saadetimiz olan meşvereti inciten bir cemiyettir.”[3] ifadelerine yer verir. Cümlenin tamamı üzerinde değil, ‘inad efendinin’ kavramı üzerinde durmak istiyoruz. Bediüzzaman, inadı efendi sıfatı olarak kabul eder. Elbette bunun bir hakîkati olmalıdır. Bu konuda şu açıklamalar yapılmış. “İnat, duyguların efendisi gibidir ya da öyle olmak arzusundadır; kolay kolay pes etmeyen bir yapısı vardır. Bu yüzden efendi gibi tepede durur.”[4] Sureten efendi fakat fiiliyatı inad olanlar işgal ettikleri makamları bir türlü bırakmak istemezler. İstediği gibi emir verme, makamını keyfine göre kullanma, rey-i vahid, riyaset-i şahsiye gibi istibdadî fiiller inad efendinin hususiyetleri olarak görülür. Bu fiiller meşvereti inciten fiillerdir.
İnad duygusunun daha şiddetlisi ise temerrüttür. İnad ve temerüd Risale-i Nur’da daha çok ehl-i dalalet ve münâfıkların sıfatı olarak yer alıyor. Birkaç misal şöyle: “Eski zamanda küfr-ü mutlak ve fenden gelen dalâletler ve küfr-ü inadîden gelen temerrüd, bu zamana nisbeten pek azdı.”[5] “Onlar kalblerinin fâsid olmasından temerrüt ve inad ediyorlar.”[6], “Yahudiler’in inad ve temerrüdleri”,”Yahudilerin temerrüdü gibi.” “Beşer ve cin, nihayetsiz şerre ve cühuda müstaid olduklarından, nihayetsiz bir temerrüd ve bir tuğyan yaparlar.”[7]
Abdülbâkî Çimiç
[1] Mektubat, 2013, s.57
[2] Age, s.57
[3] ESDE(Münâzarât), s.229
[4] https://sorularlarisale.com
[5] ESDE(Hutbe-i Şamiye), s.321
[6] İşarat’ül-İ’caz, s.161
[7] Sözler, s.294