“Fitne-i âhirzamânın müddeti uzundur; biz bir faslındayız.1″
Beşinci Şuâ’daki ihbâr ile “Rivâyette var ki, ‘Fitne-i âhirzamân o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz.’ 2 Bunun için bin üç yüz sene zarfında emr-i Peygamberî ile bütün ümmet o fitneden istiâze etmiş, azab-ı kabirden sonra ‘Mesîh Deccalın fitnesinden… Âhirzamân fitnesinden… (sana sığınıyoruz Allah’ım).’ 3 vird-i ümmet olmuş.” 4 İşte böyle bir zaman diliminde hükmeden âhirzamân fitnesi ve onun hâkimiyeti döneminde tatbîk edilen şerli ve menfî siyâset dikkate alınmak zorundadır.
Âhirzamân eşhaslarının zuhûru ve hâkimiyeti döneminde siyâset asıl maksadının haricine çıkartılarak, menfî ve şerli bir hâl almıştır. Bu zamanda menfî ve şerli siyâset menfâat üzerine binâ edilmiş ve canavarlaşmıştır. Âhirzamân fitnesi dinsizlik rejimi için siyâseti dinsizliğe âlet etmiştir. Şerli bir siyâset tatbîkata konulmuş ki bu azamüş’şerdir.
Âhirzamânın şerli siyâseti ile hayır icrâ’ etmek mümkün değildir. Onun için de hayr-ı mahz olan îmân ve Kur’ân hizmeti şerli olan âhirzamân siyâsetine binâ’ edilmez ve o âlet ile hizmet edilmez. Eğer edilirse şerli siyâset, îmâna ve dine zarar verecektir. O halde şerli siyâsetten kaçmak, hatta Allah’a sığınmak icâb ediyor.
Âhirzamânda şerli siyâset tarafgir ve taassuplu bir hâl kesbettirerek kalbleri ifsâd, akılları geveze eder ki, Bedîüzzamân Hazretleri de “Evet, bu zamanda siyâset, kalbleri ifsâd eder ve asabî rûhları azap içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-i rûh isteyen adam, siyâseti bırakmalı.5” demiştir.
Hem böyle fırtınalı bir zamanda şerli bir siyâsetle dine hizmet edilmez. Çünkü muktezâ-i hâl ve zarûretler buna imkân vermemektedir. Bedîüzzamân Hazretleri de “Fakat ilim itibârıyla insanlara dahi bir menfaat dokundurmak için şer’an hizmete mükellef olduğumdan, hizmet etmek isterim. Lâkin o hizmet, ya hayat-ı içtimâîye ve dünyevîyeye ait olacak. O ise elimden gelmez. Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez. Onun için, o ciheti bırakıp, en mühîm, en lüzûmlu, en selâmetli olan, îmâna hizmet cihetini tercih ettim.” 6 demektedir.
Menfî ve şerli siyâseti metod olarak kullananlar kendi fasık taraftarlarını melek, muhaliflerindeki sâlih insanları da şeytan görür ve gösterebilirler. Böylece zulmeder veya zulme ortak olurlar. Böyle şerli bir siyâsetten Bedîüzzamân Hazretleri “İşte, ben de, nûr-u Kur’ân’ı elde tutmak için, ‘Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni ve’s-siyaseti’ deyip, siyâset topuzunu atarak, iki elimle nûra sarıldım.” 7 diyerek şerli siyâsetten kaçtığını beyan etmiştir.
Hareket noktası, aşk-ı İslâmiye ve hamiyet-i dîniye olması gerekirken; bu asrın şerli siyâseti, siyâsetçilik ve tarafgirlik hastalığını şırınga ederek ehl-i dînî de âlet etmiş ve aynı bataklık zeminine çekerek kalbleri ve akılları şaşırtmıştır. Böylece şerli siyâset dalkavukları, ehl-i İslâm arasında oluşan iftirâklardan ve ayrılıklardan âzamî derecede istifâde etmiştir.
Menfî tarzda bir siyâseti hayat sahnesine süren âhirzamân fitnesi, menfî siyâseti ehl-i dîne de istimâl ettirerek bu tarlada menhus bir mahsûlat ekmiş ve istediği icrâatini böylece dahâ kolay tatbîk etmeye koyulmuştur. Halbûki Bedîüzzamân Hazretleri bu yolun meşkûk olduğunu söyler. Şöyle ki: ”Dokuz on sene evveldeki Eski Saîd, bir miktar siyâsete girdi. Belki siyâset vasıtasıyla dîne ve ilme hizmet edeceğim diye beyhûde yoruldu. Ve gördü ki, o yol meşkûk ve müşkülâtlı ve bana nisbeten fuzûliyâne, hem en lüzûmlu hizmete mâni ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebî parmağına âlet olmak ihtimali var.” 8 Çünkü Bedîüzzamân Hazretleri “İstanbul siyâseti, İspanyol hastalığı gibi bir hastalıktır. Fikri hezeyanlaştırır. Biz müteharrik-i bizzat [kendi başına hareket eden] değiliz, bilvasıta [başkası vasıtasıyla] müteharrikiz [hareket ediyoruz]. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim (uyutmak) ile telkin eder, biz kendimizden hayal edip, asammâne (sağırcasına) tahribimizde eser-i telkini icrâ ederiz.” 9 diyor. Haricî cereyanları ise, “müsbet ve menfî” olarak iki kısma ayırıyor. “Mâdem ki, menbâ Avrupa’dadır. Gelen cereyan ya menfî veya müsbettir” 10 tesbitini yapıyor. İçimizden bir hareket, “eğer menfîye kapılırsa” (harf gibi) başkasındaki bir mânâya delâlet eder, yani “kendisindeki bir mânâya delâlet etmez” diyor.
Bedîüzzamân Hazretleri haricî cereyanın menfîsine kapılanlar için şu kesin hükmünü veriyor: “Demek bütün harekâtı bizzat hariç hesabına geçer. Çünkü irâdesi hükümsüzdür. Hulûs-u niyeti [ihlâslı niyeti] fayda vermez. Hariç cereyanının kuvvetine bir âlet-i lâya’kıl [akılsız âlet] olur.” 11
Haricin müsbet cereyanına gelince ise, Bedîüzzamân Hazretleri’nin teşhis ve tesbitine göre, bu cereyanın dâhilde muvafığı (uygunu) olduğu için, (isim gibi) kendisinde bulunan bir mânâya delâlet eder, hareketi kendinedir. Teba’î [ikinci derecede] haricedir.” hükmünü veriyor. Böyle bir hareket, harici kendine âlet-i lâyeş’ur [şuûrsuz âlet] edebilir.” 12 Birincisinde, kendi harekâtını haricin menfî cereyanına kaptırarak, o menfî cereyanın akılsız âleti olurken; ikincisinde ise; kendi harekâtı, haricin müsbet cereyanına muvafık düştüğü için, o haricî müsbet cereyanı kendine “şuûrsuz bir âlet” yapabiliyor. Yani o cereyan farkında olmadan kendi hizmetine girmiş oluyor. Şayân-ı dikkat bir nokta!
Siyâsetin müsbet yolunu da gösteren ve muktesit meslek olarak tarîf eden Bedîüzzamân Hazretleri “Sakın, sakın, dünya cereyanları, husûsan siyâset cereyanları ve bilhassa harîce bakan cereyanlar sizi tefrîkaya atmasın.” 13 diyerek talebelerinden bu meslekten ayrılmamalarını âzamî derecede ihtâr ve i’kaz etmiştir. Hatta siyâsî cereyanlar size asla zarar vermesin ve aranızdaki kardeşliğe halel gelmesin diyerek, gereken hassasiyeti ve dikkati göstermemizi tavsiye ettiği halde; ne yazık ki âhirzamân fitnesi bu alana da el atmış ve siyâset tarafgirliği ile bu hassas noktadan Nûr Talebeleri arasındaki tesânüdü kırmaya çalışmıştır.
Şerli siyâsetin tarz-ı harekâtı ifsâd üzerine kurulmuştur. Yanî aslında toplumların idaresi için bir yöntem olan siyâset, maalesef âhirzamân fitnesine de âlet edilmiştir.
Bedîüzzamân Hazretleri “aldatmakla iş görecek” 14 diyor. Siyâset bu anlamda âhirzamân fitnesi için bizzat usûl olmuştur.
Peygamber Efendimiz’in (asm) müşriklerle mücadelesi îmân üzerine kurulu olduğu halde, müşrikler bütün mücadelelerini, siyâsetleri ve bağlantılı olarak maddî menfâatleri ellerinden gideceği için verdiler. Zaten Peygamberimiz‘in (asm) “Bir elime ayı, diğer elime güneşi verseniz de ben dâvâmdan vazgeçmem.” sözleri O’nun (asm) metodunun îmân esâsları üzerine binâ edildiğini gösterir. Efendimiz (asm) sadece îmân hizmeti yapmış, rakiplerinin siyâset metoduna hiç bulaşmamıştır. Aynı teklifler, bir Peygamber vârisi olan Bedîüzzamân Hazretleri’ne de yapılmış, o da bütün dünyalık teklifleri elinin tersi ile geri çevirerek, bu cahiliye zihniyetine karşı siyâsetle mücadele edilemez meâlindeki rivâyete müracâatla Nûr Hizmetini başlatmıştır. Şerli siyâseti tıpkı Efendimiz (asm) gibi Bedîüzzamân Hazretleri de asla istimâl, ihtiyâr ve tavsiye etmemiştir.
Bakî ÇİMİÇ-23.05.2011
Dipnotlar:1- Lemalar, 2005, s: 111. 2- Süyûtî, el-Fethü’l-Kebîr: 1: 315. 3- Buhari, Daavât: 37, 39, 44, 45, 46. 4- Şuâlar, 2005, s: 913. 5- Kastamonu Lâhikası, 2006, s: 164. 6- Mektubat, 2004, s: 103. 7- Mektubat, 2004, s: 82. 8- Mektubat, 2004, s: 103. 9- Eski Saîd Eserleri, 2009, s: 496. 10- Eski Saîd Eserleri, 2009, s: 496. 11- Eski Saîd Eserleri, 2009, s: 497. 12- Eski Saîd Eserleri, 2009, s: 497. 13- Kastamonu Lâhikası, 2006, s: 164. 14- Şuâlar, 2005, s: 914.
http://www.yeniasya.com.tr/yazi_detay2.asp?id=1977