İdrak Marifetle Dolarsa…

İdrak marifetle dolarsa…

Bütün eşyanın hakikati Esma-yı Hüsna’ya dayanır. İlimlerin şahı da, padişahı da iman-ı billâh ve marifetullah ilmidir. Çünkü beşeriyetin en büyük makamı, iman‑ı billâh içindeki marifetullah miracına çıkmaktır. Buna istinaden Bediüzzaman “Bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz.”[1] demiştir.

İnsanın idrakı marifetle dolarsa, ruh intibaha gelir. O zaman kalp, manen “lâ uhibbü’l afilin” der. Bediüzzaman bu manayı “İbrahim Aleyhisselâmdan sudur ile kâinatın zevâl ve ölümünü ilân eden nây-ı “lâ uhibbü’l afilin”(Ben batıp gidenleri sevmem.)[2] beni ağlattırdı.”[3] şeklinde ifade eder. Böylece arif-i billâh manen ahvalden tecerrüt edip, marifetullah miraçlarında tayaran eder. “Evet, fıtraten daimî bir hayat ve ebedî yaşamak isteyen ve hadsiz emelleri ve nihayetsiz elemleri bulunan bîçare insana, elbette o hayat-ı ebediyenin üssü’l-esası ve anahtarı olan iman-ı billâh ve mârifetullah ve vesilelerinden başka olan şeyler ve kemâlâtlar o insana nisbeten aşağıdır.”[4] Arif-i billâhın ahvalden tecerrüt etmesi, masivadan(Allah’tan gayrı mahlûkattan) tam manasıyla mânevî olarak istiğna ederek, uzvî ve ruhî bütün varlığı ile Rabbü’l-Âlemîn’in bitmez ve tükenmez hazinesine dayanmayı ifade ediyor. İnsan, Esma-i Hüsna’ya müteveccih ile muhabbet ve ubudiyetini ilân edip, hem bütün fânilere bedel bir Cemil-i Bâki, bir Rahîm-i Sermedî bulup huzur-u daimiyi bulabilir. Bu yol açıktır. Mâsivâya muhabbet mâna-i ismi ile değil, mâna-i harfi ile olursa zarar olmaz. Yoksa mâsivâ, ismi ile zâhirî ve sûrî cihetiyle insanı kendine bağlar, böylece insan ahval dediğimiz zâhirî esbabdan sıyrılamaz, idrak da marifettullah, muhabbetullah ve müşâhedetullah miraçlarında yol alamaz. Malâyaniyat ve süfli haller insanını âlemine arız olur. Bediüzzaman “Kur’ân-ı Hakîm’den alınan marifet ise, huzur-i daimîyi vermekle beraber, ne kâinatı mahkûm-i adem eder, ne de nisyan-ı mutlakta hapseder. Belki, başıbozukluktan çıkarıp Cenab-ı Hak namına istihdam eder; her şey mir’at-ı marifet olur.”[5] der. Eşyaya bundan başka mana yüklemek hata olur.

Bir kul, esma ve sıfat-ı İlâhiyeyi tefekkür ede ede ruh âlemi ve sır âlemi yan yana esma-yı İlâhiyeye mazhar olunca istiğrak vuku buluyor. “Hayat-ı kalbî ve ruhîye medar olan marifet-i İlâhiye ve muhabbet-i Rabbâniye ve ubudiyet-i Sübhâniye ve marziyât-ı Rahmâniye cihetiyle, bu dünyadaki fâni ömür, bâki bir ömrü tazammun eder ve ebedî ve bâki bir ömrü intaç eder ve bâki ve lâyemut bir ömür hükmüne geçer. Evet, Bâkî-i Hakikînin muhabbet, marifet, rızası yolunda bir saniye, bir senedir. Eğer Onun yolunda olmazsa, bir sene bir saniyedir. Belki Onun yolunda bir saniye lâyemuttur, çok senelerdir.”[6] İnsan, imandaki marifetullah ve o marifetteki muhabbetullahın zevkiyle, sâfi olarak Risale-i Nur ile anlamakla dünyanın vahşet-i mutlakasından ve insanın kâinattaki gurbet-i mutlakasından kurtulmayı başarabilir. Ancak bundan başka usullerle veya ilm-i kelâm vasıtasıyla kazanılan marifet-i İlâhiye, marifet-i kâmile ve huzur-u tam vermiyor. Ancak “Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın tarzında olduğu vakit, hem marifet-i tammeyi verir, hem huzur-u etemmi kazandırır ki, inşâallah, Risale-i Nur’un bütün eczaları, o Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın cadde-i nuranîsinde birer elektrik lâmbası hizmetini görüyorlar.”[7]

Hülâsa: “İnsan, ebed için yaratılmıştır. Onun hakikî lezzetleri, ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi umur-u ebediyededir.”[8]

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Mektubat , s.375

[2] En’âm Sûresi, 6:76

[3] Sözler, s.344

[4] Şualar, s.172

[5] Mektubat, s.553

[6] Lemalar, s.36

[7] Mektubat, s.552

[8] İşâratü’l İ’câz, s.328

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir