Çünkü,(ikinci vazîfesi olan) hilafet-i Muhammediye(asm) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor.(Birincisine vakti yetmezse ikincisine hiç yetmez. Bu ikinci vazîfeyi şahs-ı mânevîsi yürütecektir.) Herhalde o vazîfeyiondan evvel (ya’nî ikinci vazîfeyi gerçekleştiren şahs-ı mânevîden önce) bir tâife(temsilcisi ve azda olsa ihlâs, sadakat ve tesanüd sıfatlarına sahip bir kısım talebeler) bir cihette görecek. O zat (yani ikinci ve üçüncü vazîfeleri yürütecek şahs-ı mânevî),o tâifenin(temsilcinin ve azda olsa ihlâs, sadakad ve tesanüd sıfatlarına sahip bir kısım talebelerin) uzun tetkikatıyla yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onun ile bu vazîfeyi tam yapmış olacak.
Dahâ açık bir ifâdeyle,”Hz.Mehdî’nin üç vazîfesinden birincisini yapmaya ne vakti ve ne de durumu elvermemektedir. Nerde kaldı ki şeâiri ihyâ olan hilâfet-i Muhammediye(asm) vazîfesini yapmaya vakti ve hali müsaade etsin. Bu ikinci vazîfeden önce program mâhiyetinde bir kısım eserler olmalı. İkinci ve üçüncü devreleri gerçekleştirecek olan şahs-ı mânevî de bu eserleri program yapmalı. Tâ ki bu devrelerde de devam edecek olan îmân hizmeti bütünüyle yapılabilsin. Burada zikri geçen hazır program “Risâle-i Nûr”,o programla hareket edecek olan şahıs da şahs-ı mânevîdir.” (Şaban DÖĞEN, Mehdî ve Deccal,1996,s:213,214)
Hazret-i Mehdînin, o vazîfesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez. (Emirdağ Lâhikası,2006,s:455,56)” O vazîfe denilen nedir? Elbette ki hem beşeriyetin hem de ehl-i îmânın îmânlarının kurtarılması vazîfesidir.
Demek ki Hz.Mehdînin o vazîfesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade etmez ve etmemiş. Ya’nî Hz.Mehdî bütün beşeriyete ve ehl-i îmâna tek başına ulaşarak herkesin iîmânını tek başına kurtarması ne onun tek başına yapacağı bir vazîfedir; ne de âdetullah buna müsâade eder. Neden;“Çünkü hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı, onunla iştigale vakit bırakmıyor. (Emirdağ Lâhikası,2006,s:455,56)”
Hz. Mehdî üç vazîfeyi birden yapmaya kalkışırsa hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı îmân hizmetini yapmaya ve onunla iştigale vakit bırakmaz.
Burada sırr-ı imtihan gizli diye düşünüyorum. Hz. Mehdî’nin îmân hizmetini bizzat kendisi görmediği bir hakîkat değil mi? Halen Hz.Mehdî’nin şahs-ı mânevîsi o îmân hizmetine devam etmiyor mu? Demek ki Hz.Mehdî üç vazîfeyi birden hayata tatbik edemeyecektir. Buna hal, âdetullah ve O’nun ömrü yetmeyecektir ve yetmemiş. O uzun tedkikatle talebeleriyle yazdığı eserlerini kendisinden sonra oluşan “Çok defa mektuplarımda işâret ettiğim gibi, Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsinin üç vazîfesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazîfeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz.
Ve onun üç büyük vazifesi olacak: (Emirdağ Lâhikası,2006,s:455,56)” olarak anlamak ve kabul etmek gerekir.
O zat denilen “, Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsidir.”Bu şahs-ı mânevînin ise “Üç vazîfesi vardır.” Bu vazîfeleri Hz.Mehdî bizzat kendisi talebeleri ile tekmil eder ve uzun tedkîkat ve tashîhât sonucunda ortaya çıkarır, o şahs-ı mânevî olan ve Üstad’dan sonra tekâmül eden şahs-ı mânevî üç vazîfeyi derûhte edecektir. Bu vazîfeler iç içe vazîfelerdir. Birbirini cehretmez. Bu vazîfelerin birincisi ise îmân hizmetidir.” Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevi ordusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirtlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.” Hakîkati gereğince bu mânevî ordunun üç önemli özelliği vardır. Bunlar “yalnız ihlâs ve sadakât ve tesânüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirtlerdir.” Her ne kadar az da olsalar ve öyle olmuştur “mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.” Hakîkaten de böyle kuvvetli ve kıymetli olmuşlardır. Çünkü bütün imkânsızlıklara rağmen bu vazîfedeki ihlâs, sebat, tesânütten ayrılmamışlardır. Hz.Mehdî’nin ikinci ve üçüncü vazîfelerinde ise daireler daha genişler ve Îsevîlik şahs-ı mânevîsinin yardımı ve seyyidler cemaatininde iltihâkı ile şu vazîfeler tahakkuk eder inşâallah. Tabîiki şu ihtârı da unutmamak gerekir:” Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa,…!”
“İkinci vazifesi: Hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) unvanıyla şeâir-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve mânevî tehlikelerden ve gazab-ı İlâhiden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır. (Emirdağ Lâhikası,2006,s:456) “
Yukarıdaki hakîkatler dünyada Risâle-i Nûrlara yöneliş cihetiyle bu vazîfenin tahakkûkunun da devam ettiğini göstermektedir. Artık beşeriyet ortak akıl ve vicdanı ile bu hakîkatlere koşuyor. Bu hakîkatler üzerine yapılan araştırmalar, paneller, konferanslar, kongreler, sempozyumlar ve tezler her ülkede ma’kes buluyor. Acaba bunlar bizlere bir ümit vermiyor mu? Risâle-i Nûrlar insanlığın kalb ve gönüllerinde ma’kes buluyor değil mi?
“Kur’ân nazîl olup tamamlanınca peygamberimiz (sav) vefat etti. Hz. Ömer (ra) baktı dahâ İslâm dünyaya hâkim olmadı. Arabistan’a bile hâkim olmamıştı. Âhirzamân peygamberi tüm dünyaya hükmedecekti. Bu nedenle “Kim Muhammed öldü derse boynunu vururum. O daha ölmedi” dedi. Hz. Ebûbekir (ra) “Ya Ömer! Kur’ân’ın nazîl olması peygamberin görevi idi. O vazîfesini yaptı. Kur’ân’ın hâkimiyeti ise bizim ve sizin görevinizdir. Bu peygamberden sonra yapılacaktır.” dedi. Ömer’i (ra) iknâ’ etti. İttihad-ı İslâm ve Hilâfet görevi Mehdi’nin talebe ve şakirtlerinin görevidir.
Abdülbâkî ÇİMİÇ