Hz. Lût (as), Hz. İbrahim’in kardeşi Harran’ın oğludur. Hz. Lût (as) Dedom bölgesine giderek dahâ sonra bu kavme yani “Sedomlular”a peygamber olur.
Ancak Sedomlular çok ahlâksız ve edepsiz bir kavimdir. İşte böyle bir kavme Yüce Allah, Hz. Lût’u (as) peygamber olarak görevlendirmiştir. Hz. Lût (as) vazîfeye başlar, ancak kavmi karşısında çok kötü teklifler ve fiiller ile karşılaşır ve zaman zaman da çok zor anlar yaşar. Çünkü bu kavmin işledikleri fiilleri yeryüzünde başka bir kavim o zamana kadar işlememiştir.
Hz. Lût (as) bu durum karşısında bütün gayreti ile ihtârını ve uyarısını yapar ve diğer kavimlerin başına gelen helâketleri hatırlatır. Dahâ büyük bir azaptan kavmini haberdâr eder ve yaptıkları bu filleri terk etmelerini ister. Ancak ne çare! Bu kavim dahâ da ileri giderek o çirkin fillerini yapmakta utanmadıkları gibi, bir de Hz. Lût(as)’a misâfir olarak gelen gençlere de musallat olurlar. Hz. Lût (as) ise misafirlerine zarar gelir endişesi ile sıkıntılı günler yaşar. Ve sonunda korktuğu başına gelir. Bu korktuğuna sebep olan ise, zevcesi olan eşidir. Hanımı, Sedomlular’a Hz. Lût’un (as) üç genç misafiri olduğunu haber verir.
Hz. Lût’un (as) hayatında yaşanan hâdiselerde çok önemli noktalar vardır. Birincisi hanımının davranışı ve eşine göstermiş olduğu sadâkatsizliktir. Demek ki tâ o asırda fitne o kadar dehşetlidir ki, bir peygamberin hanımı dahi eşler arasında en önemli sıfat olan sadâkatini kaybetmiş, eşinin hakikatte melek olan misafirlerini azgın bir kavme ihbâr ederek, onun zor durumda kalmasına sebep olmuştur. Ancak Hz. Lût’un (as) misafirleri olan melekler durumu kendisine anlatırlar ve onların kendilerine zarar veremeyeceklerini söylerler. Böylece Hz. Lût (as) rahatlar.
Bundan sonra ise beklenen sona doğru gidiş başlar. Melekler Hz. Lût’a (as) gelecek olan musîbet ve helâketi haber verirler. O gün gelmeden önce Sedomlular çok büyük kuraklık yaşarlar. Hz. Lût’a (as) yüce Allah kendisine îmân edenleri yanına alarak o beldeyi terk etmesini söyler. Ufukta ise sanki yağmur bulutları görünür olmuş ve Sedomlular yağmur gelecek diye sevinirler.
Esâsında azap yaklaşıyor ve bunu Hz. Lût (as) biliyordur. Ancak gaflette olan Sedomlular başlarına geleceği bilmiyor, hatta sevinç çığlıkları atarlar. Şehri terk ederken Yüce Allah’ın Hz. Lût’a (as) çok hikmetli dört emri vardır. İşte burada çok ince sırlar, dersler ve mânâlar vardır:
1.Geceleyin gitmesi: Çünkü kavmin haberi olmadan o beldeden çıkması gerekiyordu. Gündüz çıksa azgın kavmin ona eziyet etme ihtimâli vardı. Bu sebeple de Allah, Hz. Lût’un (as) ona îmân edenlerle gece yolculuğa çıkması emredildi. Böylece yolculuk gece başladı.
2.Yola çıkarken kendine tâbi olanların arkasında gitmesi: Çünkü Hz. Lût (as) kendisi ileride gitse, ehlinin arkada ne olduğunu merak ederek geriye bakma ihtimâli vardı. Ayrıca arkadakiler azabın kendilerine de yetişeceğinden korkabilirlerdi. Bu iki endişenin izâle edilmesi için Hz. Lut’un kavmi önde, kendisi arkadan gitmesi emredildi. Ayrıca Hz. Lût’un (as) vazîfesi kendisine tâbi olanları himâye etmesi idi. Bu himâye ise arkadan gitmeyi ve gözetlemeyi i’câb ediyordu ve böyle oldu.
4.Kimsenin geri dönüp bakmaması: Hz. Lût (as) ile birlikte o beldeyi terk edenlerin o beldede akraba ve hısımları vardı. Ayrıca malları, kıymetli eşyaları da geride kalmıştı. Hatta bazılarının evlâtları geride idi. Hem o beldede ömürleri geçmiş ve hatıraları vardı. Yerleri ve yurtları orası idi. Bahçeleri, bağları geride idi. Bu sebeple de geriye karşı bir sevgi ve muhabbet duygusu olabilirdi. Geri dönüp baksalar, helâk olan zalimlere acımak gibi, Allah rızâsına muhâlif bir hâlet yaşayabilirlerdi. Gerideki mallarına, evlâtlarına ve akrabalarına acımak ve aldanmak hâli olabilirdi. Hatta Hz. Lût’un (as) hanımı dahi geride kalmıştı. Onun için kendilerine arkaya bakmamaları emredildi. Bu bir emir idi ve onların imtihânı idi. Emre itâat ise Allah’a kulluğun zarûrî bir gereği idi, onlar da hep birlikte geriye bakmayarak bu emre riâyet ettiler.
Helâk ve azaba müstahak olanlara acımak, rahmet ve hikmet-i İlâhiyeye i’tirâz ve onların haline, davranışlarına rızâ olduğundan, Allah onlara acıyıp merhamet edilmemesini ihsâs eden ‘geri bakılmamasını’ emretmiştir. Yoksa o zulme ve zâlime acımak aynı cezaya müstahak olmayı i’câb ederdi.
4.Allah’ın emrettiği cihete gidilmesi: Allah’ın emrettiği cihete gederek, azabın şümûlünden çıkmak. Bu emri aldıktan sonra derhal emre âmâde olarak hep birlikte emredilen cihete gitmeye başladılar.1
Evet, Hz. Lût’un (as) hayatından günümüze düşen önemli dersler olmalıdır. Dünyâ zevkleri, haram lezzetler, huzûzât-ı nefsâniye ve şefkat kahramanı olan cins-i lâtiflerin eşlerine olan sadâkatlerinin sarsılması gibi…
Âile hayatının böyle dehşetli ahirzaman fitnesi ile bozulmasıyla tâ o zamandan bu zamanımıza bakan hikmetli sırları görüyoruz. Bazen oluyor ki eşler dahi sadâkatini kaybediyor ve hayat arkadaşına en büyük zulmü ve sıkıntıyı yaşatabiliyor. Rivâyette var ki, “Fitne-i âhirzamân o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz.”2
Cins-i lâtif olan taife-i nisâiye hakîkatte hem şefkat kahramanı, hem de o sâfî şefkatin içinde hakîkî ihlâsı taşımaktadır. Ancak bu asırdaki dehşetli cereyanlar o hakîkî şefkat ve ihlâsı bozuyor. Halbûki taife-i nisâiyede bu iki esâs bozulursa, o ailenin zembereği kırılmış demektir. O hakîkî şefkat ve ihlâs o mübârek taifede inkişafa başlasa, daire-i İslâmiyede pek büyük bir saadete sebep olacaktır. Bu iki noktanın inkişâfına medâr ise, terbiye-i İslâmiye dairesindeki îmândır. Bu zamanın dehşetli dinsizlik cereyanları îmân cihetini zayıflatmak ve bozmak planlarında muvaffak olmuşlardır. Taife-i nisâiyeyi yuvalarından çıkararak ailenin rûhunu bozmuş ve mânevî cihetten tahribâtını yapmışlardır.
İşte bu cihetten gelen tahribât o kadar dehşetli olmuştur ki, ifsâd edici âletlerle, şefkat kahramanı olan cins-i lâtîf kadınları fıtratlarına aykırı yaşamak durumunda bırakmış ve onları riyâkârâne davranmaya zorlamıştır.
Terbiye-i İslâmiyenin zayıflaması ve mimsiz medeniyetin tahribâtıyla hem İslâm dünyasında hem de dünyanın diğer ülkelerinde kadınlar ezilmekte ve fıtratlarının aksine bir metâ gibi istimâl edilmektedir. Böylece kadınlar zulme uğramaktadırlar. Hakîkî vazîfeleri olan eşlerine sadâkat, evlâtlarının terbiyesi ve ailenin müdîr-i dâhilîsi olan kadınlar bu vazîfelerinden alıkoyulmaktadır. Bu zulmü onlara revâ görenler ise, bu asrın zalim âhirzamân fitnesidir. Kendi vazîfeleri olan ailenin geçimini sağlamakta gösterdikleri atâlet ve tembellik neticesi bunu kadınlara yüklemektedirler. O bîçâre taife-i nisâiye ise o zalim erkeklerin zulmünden ve tahakkümlerinden korunmak için çeşitli komitelerin elinde olan teşkilâtlar ile haklarını aramaya koyuluyor ve fıtratlarının zıddına hareketlerde bulunuyorlar.
Abdülbâkî Çimiç
Dipnotlar:
1- Peygamberler Tarihi, 2002, s: 172, 73,…180.
2- Süyûtî, el-Fethü’l-Kebîr, 1: 315, 2: 185, 3: 9.