Hür Adam Milli Mücâdelede Nerede miydi?
Yine birileri Bediüzzaman Hazretleri için “Hür Adam Kurtuluş Savaşı’nda Neredeydi?”[1] diye sual etmişler ve bir yığın zırva kaleme almışlar. Elbette ehil olanlar burada yapılan iddia ve iftiralara cevaplar verdiler ve daha da vermelidirler. Bizler ise hak ve hakikati taharri eden “müteharri-i hakîkat” âşıkları için “Hür Adam Milli Mücâdelede nerede miydi?” diye sorduk ve cevaplarını araştırdık. Malum linkteki[2] yazıda “Hür Adam işgal zamanında neredeydi? O zaman yapılan mitinglere niçin katılmadı? Gerçek din adamları(!) direnişe hazırlanırken ve cephede savaşırken Hür Adam neredeydi? kabilinden zırvalar sıralamışlar. Hür Adam’ın hem İstanbul’un işgalinde, hem Milli Mücadelede, hem de daha öncesinde Birinci Harb-i Umumi’de neler yaptığını, talebeleriyle birlikte vatan müdafaasında nasıl cansiperâne mücadele ettiğini ve bu esnada İşârâtü’l-İ’câz tefsirini hangi şartlarda telif ettiğini görelim.
Bediüzzaman Birinci Harb-i Umûmîde
Bediüzzaman Hazretleri, gönüllü alay kumandanı olarak katıldığı Rus harbinde, harp cephesinde, avcı hattında, Kur’ân’ın bir kısmının tefsiri olan meşhur Arabî İşârâtü’l-İ’câz tefsirini telif etmiş. Avcı ateş hattında, düşman topları zihnini ondan çevirememiş, harbin dağdağa ve dehşetleri mâni olamamıştır.[3] Böylece “İşârâtü’l-İ’câz tefsiri, eski Harb-i Umumînin birinci senesinde, cephe-i harpte, me’hazsiz ve kitap mevcut olmadığı halde telif edilmiştir.”[4] Bediüzzaman Hazretleri harp cephesinde bir fedâî olarak gönüllü askerleriyle muharebe etmiş ve harp cephesinde, avcı hattında dahi, fırsat buldukça Kur’ân’ın en ince nüktelerini ve harika i’câzını beyan eden bir Kur’ân tefsiri telif etmiştir.
Bediüzzaman Said Nursî’nin vatan müdafaasında cepheye fiilen silahlı katılması Birinci Dünya Harbi’ne rastlamaktadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Van ve Muş’ta talebeleri ile birlikte gönüllü milis alayları teşkil ederek cephede savaşmıştır. Muş’un Ruslarca istilası üzerine orada kalan 8 topu kurtarıp Bitlis Muharebesi’ne iştirak etmiştir.[5] Üstâd Bedîüzzamân, talebelerinin başında Gönüllü Alay Kumandanı olarak Kafkas Cephesinde Birinci Harb-i Umûmî’ye katılır. Birçok talebesi şehîd olur. Kendisi de Bitlis müdâfaasında yaralanarak Ruslar’a esir düşer (19 Şubat 1331 / 3 Mart 1916).Van, Culfa üzerinden Tiflis, Kologrif, Kostroma’ya sevk edilir. Rusya’nın içine sürüklendiği karışıklıklardan (Bolşevik İhtilâli) istifâde ile 1918 bahârında Kostroma’dan fîrâr eder. 2 sene, 3 ay, 15 gün süren bu ilk esâret yolculuğu İstanbul’da sona erer (18 Hazîrân 1334/1918)[6]
1915’te Milis Kumandanı Bediüzzaman, Pasinler cephesinde Ruslarla çarpışıyor. Kendi ifadesiyle “Birinci Harb-i Umumînin patlamasıyla Erzurum’un, Pasinler’in dağ ve derelerine düştük.”[7] demektedir. Bu esnada yaşadıklarını Emirdağ Lahika mektuplarında şu şekilde ifade eder: ”Eski Harb-i umumîde Pasinler Cephesinde şehid merhum Molla Habib’le beraber Rusya’ya hücum niyetiyle gidiyorduk. Onların topçuları bir iki dakika fasılayla bize üç top güllesi atıyordu. Üç gülle tam başımızın iki metre üstünden geçip, arkada dere içine saklanan askerimiz görünmedikleri halde geri kaçtılar. Tecrübe için dedim:
“Molla Habib, ne dersin, ben bu gâvurun güllesine gizlenmeyeceğim.”
O da dedi: “Ben de senin arkandan çekilmeyeceğim.”
İkinci top güllesi pek yakınımızda düştü. Hıfz-ı İlâhî bizi muhafaza ettiğine kanaatle Molla Habib’e dedim:
“Haydi ileri! Gâvurun top güllesi bizi öldüremez. Geri çekilmeye tenezzül etmeyeceğiz” dedim.
Hem Bitlis muhasarasında ve avcı hattında Rusun üç güllesi öldürecek yerime isabet etti. Biri de şalvarımı delip, iki ayağımın arasından geçip o tehlikeli vaziyette sipere oturmaya tenezzül etmemek bir hâlet-i ruhiye taşıdığımdan, arkadan kumandan Kel Ali, Vali Memduh Bey işittiler, “Aman çekilsin veya sipere otursun” dedikleri halde, “Bu gâvurun gülleleri bizi öldürmeyecek.”[8] Dedim.
Tarihçe-i Hayatı’nı özetleyen ve Başbakanlığa, Adliye Bakanlığına, Dâhiliye Bakanlığına gönderilen bir yazıda kısaca bu noktalara kendi ifadesiyle şöyle temas edilmiştir. ”Birinci Harbin patlamasıyla talebelerimi başıma toplayarak gönüllü alay kumandanı olarak harbe iştirak ettim. Kafkas cephesinde, Bitlis’te esir düştüm. Esaretten kurtularak İstanbul’a geldim. Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyeye âzâ oldum. Mütareke zamanında, istilâ kuvvetlerine karşı bütün mevcudiyetimle İstanbul’da çalıştım. Millî hükûmetin galibiyeti üzerine, yaptığım hizmetler Ankara hükûmetince takdir edilerek Van’da üniversite açmak teklifi tekrarlandı.”[9]
Bediüzzaman Hazretleri’nin Tarihçe-i Hayatı ile “Harb-i Umumiyeye iştiraki, Rusya’daki esareti, İstanbul’da Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye azalığında bulunuşu, Kuva-i Milliyede İstanbul’daki hizmeti, Ankara’ya gelerek ilk Meclis-i Mebusandaki faaliyetleri “[10] sabittir.
Bediüzzaman İstanbul’un işgalinde ne yaptı?
Bediüzzaman Hazretleri’nin İstanbul’da en büyük ve en ehemmiyetli ve tesirli hizmet-i vataniye ve milliyesinden birisi de Hutuvât-ı Sitte adlı eseriyle gaddar zalimlerin yüzlerine tükürüp, izzet-i diniyeyi ve şeref-i İslâmiyeyi muhafaza etmesidir. İstanbul’un yabancılar tarafından işgali sıralarında, İngiliz Anglikan Kilisesinin, Meşihat-i İslâmiyeden sorduğu altı sualine, altı tükürük mânâsında verdiği mâkul ve sert cevapları, onun derece-i cesaret ve kemalât ve şecaatını fiilen göstermektedir. Hutuvât-ı Sitte’yi neşrettiği zaman, Çanakkale’de muharebe oluyordu. İstanbul’un işgalini müteakip İngiliz Başkumandanına bu eser gösterilir ve Bediüzzaman’ın bütün kuvvetiyle aleyhte bulunduğu kendisine ihbar edilir. O cebbar kumandan, idam kararıyla vücudunu ortadan kaldırmak istediyse de, fakat kendisine, Bediüzzaman idam edilirse bütün Şarkî Anadolu İngiliz’e ebediyen adâvet edeceği ve aşiretler her ne pahasına olursa olsun isyan edecekleri söylenmesi üzerine birşey yapamaz. İstanbul’da, İngilizler desiseleriyle Şeyhülislâmı ve diğer bazı ulemayı lehlerine çevirmeye çalışmalarına mukabil, Bediüzzaman, Hutuvât-ı Sitte adlı eseri ve İstanbul’daki faaliyetiyle İngilizin, âlem-i İslâm ve Türkler aleyhindeki müstemlekecilik siyasetini ve entrikalarını, tarihî düşmanlığını etrafa neşrederek, Anadolu’daki Millî Kurtuluş Hareketini desteklemiş, bu hususta en büyük âmillerden birisi olmuştu.
Bu hizmetine dair kendi ifadesinden bir parça: “Bir zaman İngiliz devleti, İstanbul Boğazının toplarını tahrip ve İstanbul’u istilâ ettiği hengâmda, o devletin en büyük daire-i diniyesi olan Anglikan Kilisesinin Başpapazı tarafından, Meşihat-ı İslâmiyeden dinî altı sual soruldu. Ben de o zaman, Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyenin âzâsı idim. Bana dediler: ‘Bir cevap ver. Onlar, altı suallerine altı yüz kelimeyle cevap istiyorlar.’ Ben dedim: ‘Altı yüz kelimeyle değil, altı kelimeyle değil, hattâ bir kelimeyle değil, belki bir tükürükle cevap veriyorum. Çünkü o devlet, işte görüyorsunuz, ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı mağrurane üstümüzde sual sormasına karşı yüzüne tükürmek lâzım geliyor… Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!’ demiştim.”[11]şeklindedir.
Böylece İ’tilâf devletlerinin İstanbul’u işgali hengâmında ve en mağrur devrelerinde o şâkirdin(Said Nursi) “Hutuvat-ı Sitte” eseriyle o mağrur galiplerin hayâsız yüzlerine -tehlike yüzde yüz olduğu halde- tükürüp, mânen tokatlaması üzerine o zamanki Ankara hükûmeti Risale-i Nur’un o şakirdini(Said Nursi’yi) Ankara’ya dâvet etmişti.”[12]
İstanbul’daki bu çok ehemmiyetli ve muvaffakiyetli hizmetinden Türk milletine pek ziyade menfaatler husule geldiğini müşahede eden Ankara hükûmeti, Bediüzzaman’ın kıymet ve ehemmiyetini takdir ederek Ankara’ya davet ederler. M. Kemal Paşa, şifreyle davet etmişse de, cevaben, “Ben, tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade burayı daha tehlikeli görüyorum” demiştir. Üç defa şifreyle davet ediliyor. Eski Van Valisi, dostu meb’us Tahsin Bey vasıtasıyla davet edildiği için, nihayet karar verir ve Ankara’ya gelir. Ankara’da alkışlarla karşılanır.[13]
Bedîüzzamân’ın Esâretten Dönüşü ve vatan için verdiği mücadele
Bediüzzamân Hazretleri’nin esaretten İstanbul’a dönüş haberini Tanîn Gazetesi şöyle verir (25 Hazîrân 1334/1918): “Muvâsalat: Kürdistân Ulemâsından olub talebesiyle berâber Kafkas Cebhesinde muhârebeye iştirâk eylemiş ve Ruslar’a esîr düşmüş olan Bedîüzzamân Saîd-i Kürdî Efendi âhiren şehrimize muvâsalat eylemişdir.” Vatan müdâfaasında gösterdiği kahramanlıklar dolayısıyle kendilerine, Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyye a‘zâlığı, madalya, ikrâmiye ve mahrec pâyesi tevdî‘ edilir.[14]
Bedîüzzamân’ın İstanbul’daki mücâdelesini tâkip ve takdîr eden Ankara erkânı, berâber çalışmak için müteaddid def’alar da‘vet ederler. Millî Müdâfaa Vekâleti Emekli Müftülerinden Osman Nûrî, da‘vet sayısının 18’i geçtiğini yazmaktadır.[15] Bedîüzzamân Hazretleri’in Anadolu’daki milli mücadele hareketine müsbet mânâda katkı yaptığı bir hakikattir. İstanbul’da İngiliz işgali hengâmında İngilizlere karşı verdiği mücadeleden dolayı Ankara’ya davet edilir[16] ve 7 Kasım 1922’de Bedîüzzamân Hazretleri Ankara’ya gelir.
Bedîüzzamân Said Nursi’nin millî harekete bir diğer hizmeti de, İstanbul Hükümeti’nin fetvâsının tutarsızlığını ve Millî Mücadele hareketinin meşruiyetini ilan etmek olmuştur. Fetvâ için, iki tarafı dinlemenin zaruretine işaret edilerek Anadolu tarafının da dinlenmesi gerekliliğini öne sürmüş ve sonuçta yapılanın zulme adalet, cihada isyan, esarete hürriyet demek olduğunu göstererek İstanbul’da Hükümet’in (hatta İngilizler’in) etkisinde verilen fetvâyı çürütmüştür.[17] Millî hareketi desteklemekteki gayretleri ve eserleri Ankara Hükümeti’nce takdirle karşılanan Bedîüzzamâ Hazretleri, şifre ile Ankara’ya davet edilmiştir. Mustafa Kemal, Bedîüzzamân’ı: “Bu kahraman Hoca bize lazımdır.” sözleriyle taltif etmiştir. O ise bu davete verdiği cevapta şöyle demiştir: “Ben tehlikeli yerde mücadele etmek isterim. Siper arkasında mücahede hoşuma gitmiyor. Burasını daha tehlikeli görüyorum. Buradaki vazifem henüz tamam olmamıştır. Tehlikeyi bertaraf edince inşâallah oraya geleceğim.” Bir süre sonra İstanbul’daki vazifesini bitirdiğine inanan Bedîüzzamâ, Ankara’ya gitme hazırlıklarına başlamıştır. Bu esnada Mustafa Kemal’in direktifiyle ve Bedîüzzamâ’ın yakın dostlarından Van Eski Valisi Mebus Tahsin Bey tarafından tekrar davet edilen Bedîüzzamâ, 19 Kasım 1922’de yeğeni Abdurrahman ile birlikte trenle Ankara’ya gelmiştir. Kendisi burada resmî bir törenle karşılanmıştır.[18]
Anadolu’daki milli mücadele hareketine Bedîüzzamâ’ın bakışı:
İngiliz İşgalcileri der: “Sizi idare eden ve bana muhasım vaziyetini alanlar -ki Anadoludaki sergerdelerdir- maksatları başkadır. Niyetleri din ve İslâmiyet değildir.[19] Bu desiseye karşı Bedîüzzamân’dan Hutuvat-ı Sitte’de cevap: Bunu da, bir vesvese olarak değerlendiren Said Nursî, hareketin ileri gelenlerini bir vesile kabul ederek, onların niyetinin ana hedefe tesirinin önemli olmadığını belirtiyor. Ana hedef, din, vatan ve milletin kurtarılmasıdır. Bunda da hiçbir şekilde itilaf yoktur. Burada vatanın kurtarılmasında çok önemli bir hareketi halk ve dindar aydınlar nazarında desteksiz bırakmak için daha önce de kullanıldığına işaret ettiğimiz bir propaganda söz konusudur. Milli Mücadele’nin başarılmasından sonra öncü kadronun arasına fikir ayrılıklarının girmiş, yolların bir ölçüde ayrılmış olması, iddiadaki gerçeklik payını düşündürse de, Kur’ân’ı yüksek tutmak isteyen insanların kurtuluşa götürmek istemeleri ana hedeftir. Maksatları ne olursa olsun derken Said Nursî’nin de birtakım fikir ayrılıklarının farkında olduğunu anlıyoruz. Öncü kadro dönemin hakikaten temayüz etmiş insanlarıdır, hal ve tavırları memleket dertleriyle hemhal olanlarca bilinmek gerekir. Farklılıklarda yukarıda izah edildiği üzere ileride ortaya çıkacaktır.[20]
Bedîüzzamân’ın Milli mücadele hareketinin meşruiyeti ve Şeyhü’l İslâm tarafından verilen fetvânın geri alınması için verdiği fetvâ: “İngilizlerin Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye aracılığıyla Anadolu’daki Kuva-yı Milliye’yi kınayan broşürler yayınlaması talebine şiddetle karşı çıkanlardan birisiydi Üstad Bedîüzzamân.
Yine İngilizler, 10 Nisan 1920 tarihinde Saray’a baskı yaparak, Anadolu’daki bağımsızlık mücadelesi veren grupların isyancılar olduğuna ve onlarla savaşıp bertaraf etmelerinin bütün Müslümanların omuzlarına bir vecibe olarak yüklendiğini ifade eden fetvâ yayınlamaya mecbur etmişlerdi. Said Nursi, mezkûr fetvâ aleyhinde kaleme aldığı bir makalesinde şunları ifade etmişti: “İşgal altındaki bir memlekette İngilizlerin emri ve tazyiki altında bulunan bir idarenin ve Meşihat’ın fetvâsı mualleldir; mesmu’ olamaz. Düşman istilâsına karşı harekete geçenler asi değillerdir. Fetvâ geri alınmalıdır.”[21] Böylece Bedîüzzamân Hazretleri Kuvâ-yi Milliye aleyhindeki 10 Nîsan 1336/1920 târihli Şeyhülislâm Dürrizâde Abdullah Efendi Fetvâsına[22], karşı-fetvâ verir.[23]
Bedîüzzamân’ın Anadolu Aleyhine çıkmış olan fetvâya karşı Tulûât’daki cevabı:
S: Anadolu aleyhinde çıkmış olan fetvâya ne dersin? (Haşiye)[24]
Cevap: Fetvâ-yı mahz[25] değil ki, itiraz edilmesin. Belki kazayı tazammun eden bir fetvâdır. Çünkü, Fetvânın kazadan farkı, mevzuu âmmdır, gayr-ı muayyendir(belirsizdir); hem mülzim(uyulma mecburiyeti olan, bağlayıcı) değil. Kaza ise, muayyen(tayin edilmiş, belirli) ve mülzimdir(uyulma mecburiyeti olan, bağlayıcıdır). Şu fetvâ ise, hem muayyendir(tayin edilmiş, belirlidir); kim nazar etse bizzarure(zaruretle) muradı anlar. Hem mülzim olmuştur(uyulma mecburiyetinde olmuştur); çünkü, avam-ı müslimîni onlar aleyhinde sevk etmekte esbabın en âhiridir.
Madem ki şu fetvâ, kazayı tazammun ediyor; kazada iki hasmı dinletmek zaruridir. Anadolu da söylettirilmeliydi, netice-i müddeayatlarını(tez olarak savunulan davaların neticesi, düşüncelerin özetini) aleyhlerinde olan dâvâlarla, siyasiyun ve ulemadan bir heyet tarafından maslahat-ı İslâmiye noktasında muhakeme edildikten sonra fetvâ verilebilirdi.
Zaten şimdi bazı hakaikte bir inkılâp var. Ezdad(zıtlar) isimlerini değiştirip mübadele etmişler(yer değiştirmiştir). Zulme adalet, cihada bağy(serkeşlik, azgınlık, yoldan çıkma), esarete hürriyet nâmı veriliyor.[26]
Abdülbâkî ÇİMİÇ
https://www.feyzinur.com
DİPNOTLAR:
[1] http://odatv.com/hur-adam-hurriyet-savasinda-neredeydi-0701111200.html
[2] adıgeçenlink
[3] Sözler(Konferans),2013,s.1228
[4] İşârâtü’l-İ’câz,2013,s.15
[5] Bu konuda daha geniş bilgi almak için Osmanlı Arşivi belgelerinin yayınlandığı şu esere bkz. Necmeddin Şahiner, Son Şahitler-1, Bediüzzaman Said Nursî’yi Anlatıyor, İstanbul 1993, s. 65-68
[6] http://www.risaletashih.com/index.php/ihzariye/113-ankara-da-besbucuk-ay
[7] İşârâtü’l-İ’câz,2013,s.23
[8] Emirdağ Lahikası-II,2013,s.508
[9] Şualar,2013,s.782
[10] Tarihçe-i Hayat,2013,s.48
[11] Tarihçe-i Hayat,2013,s.218
[12] Matbu Osmanlıca Fihrist Risalesi, s: 284, Envar Neşriyat, Basım: 2008.
[13] Tarihçe-i Hayat,2013,s.218
[14] http://www.risaletashih.com/index.php/ihzariye/113-ankara-da-besbucuk-ay
[15] Târihçe-i Hayât, 1998, s.559
[16] Tarihçe-i Hayat,2013,s.218
[17] Hutuvat, s. 16-17 ; Bediüzzaman Said Nursi, Tuluat, Ankara 1979, s. 80.
[18] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, c. XXIV, Ankara 1960, s. 439; Abdülkadir Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi, Mufassal Tarihçe-i Hayatı, c. I, İstanbul 1990, s. 422-423, 428-436; Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, s. 466
[19] Eski Said Dönemi Eserleri(Hutuvat-ı Sitte),2013,s.451
[20] Milli Mücadele Bediüzzaman Said Nursi
[21] Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, N.Yayınları, 2005, s. 255.
[22] Resim ve belge için bakınız: Arşiv Belgeleri Işığında Bedîüzzamân Saîd Nursî ve İlmî Şahsiyeti, Prof. Dr. A. Akgündüz. Dürrizâde Abdullah Efendi Fetvâsı, Takvîm-i Vekāyi’de. / ABIBSNİŞ-II , s. 256
[23] ABIBSNİŞ-II, s.256, 257, 259; Eski Saîd Dönemi Eserleri(Tulûât), 2013, s.573
[24] Haşiye: Câ-yı dikkattir ki, merkez-i Hilâfet uleması ve Dârü’l-Hikmet ve zâbıta-i ahlâkiye ile fuhuş, işret, kumar gibi kebairi izale değil, tevkif edemediler. Anadolu hükûmetinin bir emriyle, bütün işret, kumar gibi kebairler men edildi. Demek, desatir-i hikmet nevamis-i hükûmetle; kavanîn-i hak revabıt-ı kuvvetle imtizaç etmezse, cumhur-u avamda müsmir olamaz
[25] Fetvâ-i mahz: Konusu genel olan, İslâm’da, bir mesele hakkında şeyhülislâm, müftü gibi yetkili kimseler veya dinî meselelere tam vakıf yetkili kimseler tarafından verilen şer’î hüküm veya karar.
[26] Eski Said Dönemi Eserleri,2013,s.573