Hiss-i Havf Kapısı

Hiss-i havf kapısı:

Hiss-i havf, korku damarı, korku duygusudur. Aynı zamanda korkaklık, kuvve-i gadabiyenin tefrit mertebesi olan cebanettir. Cebanet, ürkeklik, ödleklik, yüreksizlik olarak bilinir. Hiç korkulmayacak şeylerden de korkmak, evhama kapılmaktır. İnsanda “kuvve-i gadabiye, hadd-i istikamet olan şecaati takip etmezse, ifratla çok zararlı ve zulümlü tehevvüre ve tecebbüre ve tefritle çok zilletli ve elemli cebanet ve korkaklığa düşer, istikameti kaybetmesinin, hatâsının cezası olarak daimî vicdanî bir azabı çeker.”[1]

Halbuki “Cenab-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrip için değil. Ve hayatı ağır ve müşkül ve elîm ve azap yapmak için vermemiştir.”[2] Hususan bu zaman ve zeminde ehl-i ilhâdın dalkavukları Müslümanları korkutmak ile kudsî cihad-ı mânevîden vazgeçirmek için hücum ederler. Korku damarını işleterek çok fena şeyler yaptırırlar. Çünkü  “İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havf’tır. Dessas zalimler, bu korku damarından çok istifade etmektedirler; onunla korkakları gemlendiriyorlar. Ehl-i dünyanın hafiyeleri ve ehl-i dalâletin propagandacıları, avamın ve bilhassa ulemanın bu damarından çok istifade ediyorlar, korkutuyorlar, evhamlarını tahrik ediyorlar.”[3] Böylece hizmet-i imaniye ve Kur’âniyede bulunanları hiss-i havf ile evhamlandırarak kaçırıyorlar. Bilhassa hassas ve müteheyyiç mizaca sahip olanların hiss-i havf damarından çok istifade ediyorlar. Hizmet ruhu taşıyan zatlar hiss-i havf kapısını kapatması lâzım ki hizmette berdevam edebilsin.

Hakiki havf, havf-ı İlâhidir

Bir insan binlerce ilim bilse, eğer kalbinde havf-ı İlâhiyi taşımıyorsa, onun kalbi; mahşer-i zulümattır. Manen terakki etmeyen zatların ibadetlerinde riya olabilir. Veya riyanın kokusu onlara arız olabilir. İşte insanı riyadan, hatta rayiha-yı riyadan mahfuz kılan havf-ı İlâhi’dir. Ayetle de sabit ki  “Hikmetin başı Allah korkusudur.” veya “Allah’ın evliyalarına korku yoktur.” Hâlbuki evliyalar, korkudan ciğerleri patlıyor. Ayetteki korku maddî havftır. Evliya olan insanlar dünyevî şeylerden korkmazlar. En büyük emn-ü eman, havf-ı İlâhi içindedir. İnsan öncelikle Allah’tan havf etmelidir. “Kâmil insanlar aczde ve havfullahta öyle bir lezzet bulmuşlar ki, kendi havl ve kuvvetlerinden şiddetle teberri edip, Allah’a acz ile sığınmışlar. Aczi ve havfı kendilerine şefaatçi yapmışlar.”[4] Pekâlâ, bu nasıl olur? Risale-i Nur’da bu mesele şöyle ifade edilmiştir: “Evet, Hâlık-ı Zülcelâlinden havf etmek, Onun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf bir kamçıdır, Onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir valide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sinesine celb ediyor. Halbuki, bütün validelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem’asıdır. Demek havfullahta azîm bir lezzet vardır. Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur. Hem Allah’tan havf eden, başkaların kasavetli, belâlı havfından kurtulur. Hem, Allah hesabına olduğu için, mahlûkata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor.”[5]

Eğer bir kalpte havf-ı İlâhi olmazsa o kalpten Allah’a sığınmak lâzımdır. Havf-ı İlâhi’ye makam olmayan bir kalp mahşer-i zulümattır. Açılmayan en muğlâk manalar havf-ı İlâhi ile açılır. Havf-ı İlâhi, kerametin telkihidir. Havf-ı İlâhi, mücevherat-ı bekanın yüklü ticaret gemisidir. Havf-ı İlâhi’deki gözyaşları ile rahmet takattur eder. Cenab-ı Haktan korkan bir insan hayatı boyunca müttaki yaşar. Günahlara girmez. Öyleyse insanlardan havf yerine havf-ı İlâhiye intikal etmek lâzım. Havfullahta terakki ederek halklardan havf kapısını kapamak lâzım.

Abdülbâkî çimiç

[email protected]


[1] Şualar,971                             

[2] Mektubat,s.705

[3] Mektubat,s.704

[4] Sözler,s.57

[5] Sözler,s.575

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir