“Ey dinî cemiyetler! Maksadımız, dinî cemâatlar maksatta ittihad etmelidirler. Mesalikte ve meşreplerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira taklit yolunu açar ve ‘Neme lâzım, başkası düşünsün’ sözünü de söylettirir.” (1)
Farklı farklı mizac ve meşreplerde yaratılmamızın hikmetleri bu cümlede öz olarak ifade edilmektedir. “Neme lâzım, başkası düşünsün” dememek ve taklid yolunun seddedilmesi için meslek ve meşrep cihetinde farklı farklı yaratılmamız rahmetin de bir gereği olmuştur. Öyleyse Risale-i Nur’a muhatap olanların da farklı meşrepte olmaları yadırganacak ve reddedilecek bir durum değildir. Çünkü insan farklı esma tecellilerine mahzardır. Hem Bediüzzaman Hazretleri’nin binler, milyonlar şakirtleri Hüsrev Ağabeyin ifadesiyle “herbiri yüksek bir tecelli ile ayrı birer isim ve o haslet-i memduhalara mazhar ve ayna oldukları bir bahr-i umman veya bir şems-i hakikat olarak bu asrın efkârında, meydanında ve afakında tulû eden bu binler levnleri havi ve binler renklerde aks eden ve binler tarzlarda ve şekillerde çağlayan küllî şahs-ı mânevîden birer Said ve o âlemde Saidler çekirdek olup, ondan fışkıran nur ağacının birer dalı, birer meyvesi oldukları gibi; bazı has ve halis talebeleriniz dahi o küllî hakikata ve o tecemmu etmiş Saidlere-baştan başa-tam bir aynalık da ediyorlar.”2 denilmiştir.
Öyleyse Risale-i Nur’un mesleği tektir diyebiliriz. Bu meslek daire-i İslâmiye içerisinde uhuvvet-i İslâmiyeye bağlı Cadde-i Kübrâ-i Kur’âniyedir. Fakat Risale-i Nur mesleğine muhatap olanların meşrebi birden fazla olabilir. Bediüzzaman Hazretleri’nin “Çok sıkı tutmayınız; herkes bir meşrepte olmaz”3 ifadeleri bunu göstermektedir. “Nurun mesleği ve Nurcuların meşrebi”4 diyen Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur mesleğindeki Nurcuların meşrebine işaret etmiştir.
Her temayüz etmiş Nur Talebesinin Risale-i Nur’un meslek-i uhuvveti içerisinde kendine mahsus meşrebi olabilir. Her meşrebe hükmeden hakîkat-i esmâ farklı olduğu için, o isim o meşrebte hâkim olup hükmediyor. Her meşrep, kendi müntesibini celbediyor, çekiyor ve topluyor. Meselâ; temâyüz etmiş bir meşrepte İsm-i Rahîm ağırlıklı ise, İsm-i Rahîm’e mazhâr ferdler o meşrebe intisab ediyor. Eğer İsm-i Hakîm baskın ise İsmi Hakîm’e mazhar talebeler de o meşrepte içtima edebiliyor. “Bütün kardeşler ve talebeler benim meşrebimde olsun” demek inhisarcılığa girer. Hâlbuki Bediüzzaman Hazretleri “Zihniyet-i inhisar hubb-u nefisten gelir”5 demektedir. Bu inhisar zihniyetinden de niza çıkıyor. Böyle dememek elzem görünüyor. Herkese kendi mesleği, meşrebi, tarzı ve âdeti hoş gelebilir. Ancak “Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, ‘Mesleğim haktır,’ yahut ‘daha güzeldir’ diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden ‘Hak yalnız benim mesleğimdir’ veyahut ‘Güzel benim meşrebimdir’ diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek”6 prensibini nazardan kaçırmamak gerekir.
Öyleyse hangi “haklı meslek ve meşrepte” olursa olsun, o meşrebin muhabbetiyle hareket etmek gerekir. Önemli olan dâvâ-yı Kur’âniyeye sadâkat ve Risale-i Nur hizmetinin kudsiyetine tam bağlanmaktır. Öyleyse Risale-i Nur’a bağlı olanların meşrebi farklı olabilir. Engel olmamak ve su-i zanna girmemek lâzımdır. Yeter ki Risale-i Nur mesleğine sadâkatle bağlı olunsun, bid’alara, hususan zıt bir mesleğe girilmesin ve âlet olunmasın (!), yeter.
“Sakın! Dikkat ediniz, ihtilâf-ı meşrebinizden ve zayıf damarlarınızdan ve derd-i maişet zaruretinizden ehl-i dalâlet istifade edip, birbirinizi tenkit ettirmeye meydan vermeyiniz. Meşveret-i şer’iyeyle reylerinizi teşettütten muhafaza ediniz. İhlâs Risalesinin düsturlarını her vakit göz önünüzde bulundurunuz. Yoksa, az bir ihtilâf bu vakitte Risale-i Nur’a büyük bir zarar verebilir.”7 Bu îkaza âzamî olarak dikkat etmek gerekir. Medâr-ı itiraz bir mesele varsa meşveret edilerek fikirler teşettütten muhafaza edilmelidir. Yoksa Risale-i Nur’a büyük bir zarar verme gibi bir mes’uliyete haiz olunabilir.
Bediüzzaman Hazretleri’nin saff-ı evvel talebelerinin farklı meşreplerini nazara veren mektubu bu noktada ehemmiyetlidir: “Aziz, sıddık kardeşlerim, Rica ederim, üçünüzün hakkında birbirinden ziyade gücenmeye ehemmiyet verdiğimden gücenmeyiniz. Çünkü, Hüsrev’le Feyzi’de benim gibi insanlardan tevahhuş ve sıkılmak var. Hem birbirine bir derece meşrepçe ayrıdırlar. Ve Sabri ise, akraba ve tarz-ı maişet cihetinde hayat-ı içtimaiye ile bir kaç vecihte alâkadar ve ihtiyata mecburdur. İşte üçünüz bu ihtilâf-ı meslek ve meşrep haysiyetiyle o dağdağalı koğuşta ve sıkıntılı kalabalık içinde her halde tam tahammül ve sabredemediğinizden ben telâş edip vesvese ediyorum. Çünkü, pek az bir muhalefet bu sırada pek zararı var.”8 Demek Risale-i Nur’a muhatap olan talebelerin “ihtilâf-ı meslek ve meşrep” cihetleri tâ o zamanlarda olmuş ve bundan sonra da olacaktır. Ancak Üstad Hazretleri bu ihtilâf-ı meslek ve meşrep noktasında meydana gelen ve gelecek olan hadiselerin ileri gitmemesi gerektiğini ve pek az bir muhalefet de olsa Risale-i Nur’a zarar verebileceği ikazını yapıyor.
Ayrıca “Şimdi en ziyade bizi ve Nurları vurmak ve sarsmak için en fena plân, Nur Talebelerini birbirinden soğutmak ve usandırmak ve meşreb ve fikir cihetinde birbirinden ayırmaktır”9 noktasını Risale-i Nur’a muhatap olanlar dikkate almalıdırlar. İhtilâf-ı meşreb cihetinden gelen muhalefeti Risale-i Nur’a zarar verir konuma getirmemelidirler.
Dipnotlar:
1- Eski Said Eserleri (Makâlat), 2009, s: 754.
2- Tiryak, 1999, s: 90.
3- Kastamonu Lâhikası, 2006, s: 336.
4- Emirdağ Lâhikası-I, 2006, s: 293.
5- Sözler (Lemeât), 2006, s: 1170.
6- Lemalar, 2006, s: 374.
7- Kastamonu Lahikası, 2006, s: 340.
8- Şuâlar, 2006, s: 787.
9- Şuâlar, 2006, s: 798.