Hayrı Şer Yapan Riyâ!

Hayrı şer yapan Riyâ!

Riyâ, kelime kökeni olarak rü’yet(görmek) ve süm’a(işitmek)’ten gelmektedir. Riyâ, iyi görünmekle insanların kalbinde yer almak istemektir. Riyâ, ibadetle olabileceği gibi, başka işlerde de olabilir.[1] İnsanın amellerinde Allah rızası yerine, insanların rızasını kazanmaya çalışmak ve onların kalbinde makam elde etmek için gösteriş yapması riyâ olarak bilinir. Risale-i Nur’da ise riyânın, fiili bir çeşit yalan olduğu ifade edilir. Yalancılık ise, Sani-i Zülcelâl’in kudretine iftira atmaktır. Hem yine o yalancılıktır ki; riyanın babası, tasannu’ ve temellûkun annesi olmuş ve bunları netice vermiştir. Riyâ, kalbi bir hastalıktır. Şöhret-i kâzibenin esasıdır. Nefis, riyâdan hoşlanır. Gazali’ye göre “Riyâ yapan kişinin riyâ ve gösterişten bir amacı vardır. Riyâ yapan kişi, ya servet, ya makam, ya ibadette gösteriş veyahut bunların benzeri şeyler için riyâ eder.”[2]

Nefsini ciddi itap etmeyen, riyâdan kendini muhafaza etmesi çok zordur. Niyetsiz amel yorgunluk, ihlâssız niyet riyâ, doğruluğun bulunmadığı ihlâs ise manasız olarak kabul edilmiştir. İnsanın dış görünüşü ile kalbinin farklı olması demek, doğru olmadığı anlamına gelir ki, kasıtlı yapılmış ise riyâ olur ve ihlâsı yok eder. Ancak Bediüzzaman “İhfa, havf-ı riyâdandır. Farzda riyâ yoktur.”[3] tespitini aktarır.  İnsan, nefsin hile ve desiselerinden emin olamaz. Vesvese ise korkuya, korku da riyâya, riyâ ise nifaka sürükleyebilir. Öyleyse vesvese havfa, havf riyâya, riyâ nifaka müncer olur. Çok dikkat lâzım! Çünkü batınsız zahir; riyâdır, gösteriştir, nifaktır, münafıklıktır. Zahirsiz batın; dalalet ve zındıkadır. Ahkâm-ı Kur’ân’iyenin getirdiği çerçeve içinde batın, matluptur. Kitap ve sünnetin mizanı ile gitmek lâzımdır.

Nifâk, katiyyen nefsin zilletini doğurur. Bu da tezellülü (yani ufak bir menfaat, küçük bir korku ile alçalıp zelil olmayı netice verir.) Bu ise, bunların kaynağı olan riyâya saplandırır. Riyâ ise, müdahene, yağcılık ve yaltaklanmadır. O ise yalancılıktır. Bu manaları Bediüzzaman “Hayrat ve hasenâtın hayatı niyet iledir. Fesadı da ucub, riyâ ve gösteriş iledir.”[4]şeklinde ifade ediyor. Öyleyse “İman, izzet-i nefsi intaç ettiği gibi, nifak da onun aksine zilleti intaç eder. Zilleti olan, herkese karşı kendisini zelil gösterir. Bu ise riyâdır. Riyâ ise müdahenedir. Müdahene dahi kizbdir.”[5]

Bediüzzaman’ın ifadesiye farz ve vâciblerde, şeair-i İslâmiyede, sünnet-i seniyenin ittibâında ve haramların terkinde riyâ giremez. Bunların izhârı riyâ olamaz. İnsanları riyâya sevk eden esbabın birincisi zaaf-ı imandır. Allah’ı düşünmeyen, esbaba itibar eder. Halklara hodfüruşlukla riyâkârane bir vaziyet alır. Risale-i Nur şakirtleri Risale-i Nur’dan aldıkları kuvvetli iman-ı tahkiki dersleriyle esbaba ve nasa ubudiyet noktasında bir kıymet vermiyorlar ki ubudiyetlerinde onlara gösterişle riyâ etsinler.

Netice itibarıyla; “Ey Nefis! Eğer takvâ ve amel-i salih ile Hâlıkını razı ettiysen, halkın rızasını tahsile lüzum yoktur; o kâfidir. Eğer halk da Allah’ın hesabına rıza ve muhabbet gösterirlerse, iyidir. Şayet onlarınki dünya hesabına olursa, kıymeti yoktur. Çünkü onlar da senin gibi âciz kullardır. Maahaza, ikinci şıkkı takip etmekte şirk-i hafî olduğu gibi, tahsili de mümkün değildir. Evet, bir maslahat için sultana müracaat eden adam sultanı irzâ etmiş ise, o iş görülür. Etmemişse, halkın iltimasıyla çok zahmet olur. Maamâfih, yine sultanın izni lâzımdır. İzni de rızasına mütevakkıftır.”[6] Vesselâm!

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Gazali, İhya III, s. 259

[2] Gazali, İhya III, s. 266

[3] ESDE(Makalat), s.67

[4] Mesnevi-i Nuriye, s.318

[5] İşaratü’l İ’câz, s.169

[6] Mesnevi-i Nuriye(Zerre), s.295

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir