Felâk Sûresi’nde “Haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden Allah’a sığınırım.”[1] buyrulur. Çünkü “Hâsid hased ettiği zaman bütün şerdir.”[2] Haset;kıskanmak, çekememek, başkasında olan sağlık, zenginlik ve benzeri nimetlerden dolayı rahatsız olarak o kişiden o nimetin gitmesini istemek.”[3] olarak, veya “Başkalarının sahip olduğu imkânları kıskanma anlamında”[4] izah edilir. “Birbirine zıt olan eşyanın aralarında nefret vardır, çekememezlik olur.”[5] sırrınca başkalarında olup kendisinde olmayan şeylerde insan haset edebilir.
Bediüzzaman “umûr-u uhrevîyede hased ve müzâhemet ve münâkaşa”[6] olmadığını ifade eder. Biraz daha açılacak olursa “Umûr-u dînîye ve uhrevîyede rekâbet, gıpta, haset ve kıskançlık olmamalı. Ve hakîkat nokta-i nazarında olamaz. Çünkü kıskançlık ve hasedin sebebi: Birtek şeye çok eller uzanmasından ve birtek makama çok gözler dikilmesinden ve birtek ekmeği çok mideler istemesinden, müzâhame münâkaşa, müsâbaka sebebiyle gıptaya, sonra kıskançlığa düşerler.”[7] Hem “Haset ve kıskançlıkta öyle bir muaccel cezâ var ki, o haset, haset edeni yakar.”[8] Demek oluyor ki haset eden misliyle cezasını çeker. Kendi âlem-i asgarında hasetliğinin acısını ve ızdırabını acele olarak yaşar. “Çünkü, haset evvelâ hâsidi ezer, mahveder, yandırır. Mahsud hakkında zararı ya azdır veya yoktur.”[9]
Mesnevi-i Nuriye Tercümesi’nde mevzu ile alâkalı şu izahâtlar yapılmaktadır: “Ey kardeş bil ki! Rekâbet, gıbta ve hasedin damarı ancak ücret alındığı ve mükâfat tevzi’ edildiği veya bunların düşünülmesi zamanında harekete başlar. Fakat hizmet anında ve iş vaktinde ise asla… Hattâ belki zaîfler, kavileri sevmeye, âdiler âlîlere meyletmeye başlarlar. Hem onların kendilerinden olan üstünlüklerini tahsin ederler. Ve hizmette kendisinden olan ziyâdeliğini, faziletini severler. Çünkü hizmet yükü ve iş külfeti kendi üzerinden hafifleşiyor. Evet mademki dâr-ı dünya, umûr-u dîniye ve â’mâl-i uhrevîye için yalnız hizmet ve amel yeridir. Elbette bu gibi işlere rekâbet ve hasedin müdâhale etmemesi lâzımdır. Eğer bunlara da rekâbet müdâhale etse, o zaman ihlâssızlığını izhar etmiş olur. Ve elbette bu gibi uhrevî amellerde rekâbet yapan adam, dünyevî mükâfatı da düşünüyor demektir ki, o da insanların takdir ve istihsânıdır. Halbuki o miskin bilmiyor ki, bu gibi dünyevî mükâfatları mülâhaza ile amelini bir derece ihlâssızlıkla iptal ediyor. Çünkü amele mukâbil, sevâb ve hasenenin i’tâsında nâsı, Rabb-i Nâs ile teşrik etmektedir. Hem neticede istiskâle maruz kalıp, aks-ül amel ile insanları muavenetinden tenfir etmekle kuvvetini de zayıflaştırıyor.”[10]
Pekâlâ, hasedin çaresi nedir?
Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Hâsid adam, haset ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet, fânidir, muvakkattır. Fâidesi az, zahmeti çoktur. Eğer uhrevî meziyetler ise, zaten onlarda haset olamaz. Eğer onlarda dahi haset yapsa, ya kendisi riyâkârdır; âhiret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut mahsûdu riyâkâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder.”[11]
Abdülbâkî Çimiç
[1] Felâk Sûresi, 113:5
[2] Şualar, s.431
[3] https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/hased
[4] TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/haset, (Haset başlığı)
[5] İşârâtü’l-İ’câz, s.264
[6] ESDE(Makalat), s.93
[7] Lemalar, s.384
[8] Lemalar, s.653
[9] Mektubat, s.448
[10] Mesnevi-i Nuriye (Trc: Abdülkadir Badıllı), Şemme
[11] Mektubat, s.448