Gurur

Gurur, insanın büyüklenmesi, kendini beğenmesi ve üstün görmesidir. Kendini büyük görme, başkasını hor ve hakîr görmedir. “Gurur ile, insan maddî ve mânevî kemâlât ve mehâsinden mahrum kalır. Eğer gurur saîkasıyla başkaların kemâlâtına tenezzül etmeyip kendi kemâlâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır.” [1] Gurur, ilmi fazla olanları vartaya düşürebilir. Bir ilim adamı, bir âlim veya bir mürşid, kendi malumat ve keşfiyatlarını yüksek gördüğü zaman, geçmişteki bütün o büyük insanların irşadlarını ve keşfiyatlarını göremez, onları küçümser ve o hazinelerden de mahrum kalmış olur.

Madem hakîkat budur, “Ey nefis! Senin hastalıklarından birisi de, senin gururundur. Evet, sen o gururunun hükmüyle eslâf-ı ‘izâma pek uzak bir mesafeden baktığın için, senin gözünde küçülmüşlerdir. Onun için onların irşadlarının mehâsininden mahrum kalmışsın ve kendi vehminle onların (hakîkat âlemine) sulûkleri esnâsında ayaklarının altından kopan hakîkat kıvılcımlarını, kendi evhâmınla, haklarında evhâma düşerek çırpmıyorsun. Şimdi gel! Bir defa da onlara şu yakından bir bak, gör ki; onlar öyle büyüklerdir ki, kırk günde keşfettikleri bir hakîkati, sen kırk senede dahi muvaffak olamıyorsun da.”[2] Halbuki “Gururu men’, tekebbürü def eden, yegâne İslâmiyettir.”[3] Hem de “Za’f-ı kalbdir gururun mâdeni. Ey tâlib-i hidâyet! Şu gururun başını ayak altına al, ez.”[4] Yoksa garaz, gurur ve tekebbür, nifakı intaç edecektir.

Gururun mâdeni, zaaftır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Gurur zaafdan gelir, dalâlete gider. Gurur dâhilde ilhâddır; harice, küffarın efkârına karşı salâbettir.”[5] Bediüzzaman, ilmin izzeti noktasında eserlerinde bahsettiği tavırlarının hakîkatini şöyle ifâde ediyor: “Fıtraten bendeki gurur, milliyeten bendeki fahriye, mesleken bendeki tahdis-i nimet, meşreben bendeki meyl-i tefevvuk, kavmiyeten bendeki meyl-i tecellüd ve meyl-i nümâyiş, şâş adama eserlerimde hakîkatten fazla bir enâniyet gösteriyor. Evet, enâniyet var; benim değil, milletimin enâniyetidir. Benlik var; benim değil, sınıfım olan melâik-i medârisin izzetidir.”[6] Bu vaziyetler ilmin izzetini umûma karşı muhafaza etmek için salâbet nevinden milletin şahs-ı mânevîsini temsil eden fiiller olarak görülüyor.

Lemalar’da “Gurur ve kibirde öyle bir ağır bir yük var ki, mağrur adam herkesten hürmet ister; ve istemek sebebiyle istiskal gördüğünden, dâimâ azap çeker. Halbuki takvâ-yı hakikî ise, gurur ve enâniyetle içtima edemiyor.”[7] tespitleri yapılır. Risale-i Nur, gurur ve kibir gibi kötü ahlâkları kaldırıyor. Hakîkatların derkine mâni’ olan benlik, gurur, ucb ve enâniyet gibi kötü hasletlerden kurtarıp, tevâzu ve mahviyet gibi yüksek ve güzel ahlâklara sahib kılıyor.

Öyleyse ey gurur ve kibir vartasına düşmüş sersem nefsim! “Sen, amel-i hayrın ücretini, amelden evvel almışsın. Belki bütün hasenâtın, seni insan-ı müslim yapan Mün’imin in’âmına karşı, öşr-ı mi’şâr-ı aşrına da, yani onda birin onda birinin onda birine de mukábil gelmez. Öyleyse, daha gururun nedendir? Fahrın ne içindir?”[8] Ey İnsan! Madem ki iş böyledir; gurur ve enâniyeti bırak. Dergâh-ı ulûhiyetinde, acz ve zaafını, fakr ve fâkatını istimdat ve lisân-ı tazarru ve ubudiyetle ve duâyla ilân et.[9]

Risale-i Nur nifak ve şikakı, tefrikayı, fitne ve fesâdı kaldırıp; kardeşliği, uhuvvet-i dîniyeyi, tesânüd ve teavünü yerleştirir. Risale-i Nur mesleğinin bir esâsı da budur. Risale-i Nur gurur ve kibir ve hodfûruşluk ve zillet gibi ahlâk-ı seyyieden kurtararak, tevâzu’ ve mahviyet ve izzet ve vakar gibi güzel ahlâklara sahib kılar.

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Mesnevi-i Nuriye, s.106

[2] Mesnevi-i Nuriye (Trc: Abdülkadir Badıllı), Katre 

[3] İşaratü’l-İ’caz, s.165

[4] ESDE(Lemaat), s.709

[5] ESDE(Lemaat), s.770

[6] ESDE(Münazarat), s.203

[7] Lem’alar, s.653

[8] Nurun ilk Kapısı, Baskı 2000, Karton Kapak, s.42

[9] Nurun İlk Kapısı, Baskı 2000, Karton Kapak, s.55

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir