Gayr-ı memnun; memnun olmayan, kızgın, hoşnutsuz, küskün, kırgın mânâsında bir sözdür. Zaman zaman Risale-i Nur hizmetlerinde de gayr-ı memnun bir mizaca sahip olan ve böyle ta’rif edilen şahıslar bilinir.
Gayr-ı memnun mizaca sahip kişiler zordur. Kırılgan ve küskün bir hâl ve tavır gösterirler. Yapılan hizmetlere iktifa etmeyip, hakka razı olmayarak ehak için ihtilaf çıkarırlar. Halbuki hakta ittifak ehakta ihtilafı netice verir. Bediüzzaman Hazretleri de “Ey talib-i hakikat! Madem hakta ittifak, ehakta ihtilâftır. Bazan hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsen.”[1] diye önemli bir hakikati ders verir.
Gayr-ı memnunlar sınırı ve sonu belli olmayan ve muayyen ölçüye uymayan noktalara ehak için hamlederler. Kusurları önceleyen ve noksanlara hasr-ı nazar eden bir yaklaşımla hareket ederler.
Gayr-ı memnunlar fırsatçıdır. Nefsî ve süflî hissiyatı ile hareket edebildiklerinden aksü’l amele sebep olurlar. Kurt sisli havayı sever misüllü gayr-ı memnunlar da içtimâî ve siyâsî zemindeki fırsatları kendi lehlerine kullanmayı ihmal etmezler. Söz anlamaz ve nasihat dinlemezler. Zaman zaman iftira, gıybet, su-i zan ve menfî tenkit gibi hastalıklara müptela olabildikleri için böylelere nasihat te’sirsizdir. Bu yapılar münakaşayı çok severler ve insanı yorarlar. Esasında yorulmaya ve cevap vermeye değmez. Hele hele çok kıymettâr olan zamanımızı harcamaya hiç değmez. Eğer bir hakikati anlatmak istiyorsak muhtaç gönüller çoktur, onları bulup anlatmak en münasip yoldur.
Bu özelliği taşıyan kişiler mizaçlarının gereği her ortamda memnuniyetsizliklerini serişte ederler, kendileri gibi gayr-ı memnun mizaçlı olanlarla çabukça ittifak ederler. Çünkü zayıf mizaçlı olduklarından diğer hemcinsleriyle birlikte hareket ederek hem kuvvet kazanmaya, hem de indî ve fevrî fikirlerinin meşruiyetine zemin bulmaya çalışırlar.
Gayr-ı memnunlar şevk kırıcıdırlar. Ye’is hastalığını istimal ederek kuvve-i mânevîyeyi kırmaya çalışırlar. Müzahemetsiz olan hakkın hizmetinin yerini zapteden meylü’t-tefevvuk istibdadı ile hücuma çalışırlar. Meylü’t-tefevvuk ile hizmetteki kardeşlerine üstün gelmeye çalışarak himmetin başına vurarak atından düşürttürürler.
Aculiyet marazı ile ilel-i müteselsile denilen birbirine bağlı olan sebepleri atlayarak himmetin ayağını kaydırırlar. Fikr-i infiradî ve tasavvur-i şahsî ile insanın emellerini dağıtarak karşı çıkarlar. Başkasının noksanından istifade ederek haksız olan fiillerine mihenk bulmaya çalışırlar. Böylece şevk kırarak hücum ederler ve himmetin belini kırarlar. Teferruatta bulunan hizmet prensiplerindeki muhalefeti zaruret gibi göstererek serişte ederler. Daha çok menfiye kapıldıkları için hep menfi noktaları öne çıkarırlar. Hüsn-ü zan mümkünken su-i zan ederler. Her fırsatı ganimet bilme kalbilinden nazik zamanları seçerler ve yıpratıcı bir uslup kullanırlar.
Bediüzzaman Hazretleri gayr-ı memnun mizaçlı kişileri sanki şöyle tespit etmiştir: “Bu sırra binaen, pek çok adam meylü’l-ağalık ve meylü’l-amiriyet ve meylü’t-tefevvuk ile mütehakkim geçinmek istediğinden, ilmin şanında olan teşvik ve irşat ve nasihat ve lütfu terk edip, kendi istibdad ve tefevvukuna vesile-i cebr ve tanif eder. İlme hizmete bedel, ilmi istihdam eder. Buna binaen, vezaif ehil olmayanın ellerine geçti.”[2]
Buna çare-i yegâne, keyfiyetli ve ilim ile teçhiz edilmiş insanlar yetiştirmektir. “Tâ herkes sevk-i insanîsiyle hakkına gitmekle, hikmet-i ezeliyenin emr-i mânevîsini, meyl-i fıtrîsiyle imtisal edip, kaide-i taksimü’l-a’male tatbik edilsin.”[3] Böylece herkes kendi ihtisas alanında vazifesini yapsın, ihtisas alanı dışındaki işlere karışmasın ve işi ehline havale etsin.
Abdülbâkî Çimiç
[1] Sözler,2013,s.1170
[2] Muhakemat,2013, s.79
[3] Muhakemat,2013, s.79